VergiRaporu Yazar Fotoğrafı

*Vergi Müfettişi, Hazine ve Maliye Bakanlığı

Serkan KURT





  • Yurt dışı çıkış harcı 1963 yılında mevzuatımıza girerek uygulanmaya başlanmıştır. Dönem dönem verimsizliği gerekçe gösterilerek uygulamadan kaldırılmış olsa da, günümüz Türkiye’sinde yurt dışına çıkış yapanların sayısı her geçen gün artarak devam ettiğinden, önemli bir kamu geliri haline dönüşmüştür. Yurt dışı çıkış harcının mükellefi Türkiye Cumhuriyeti pasaportu ile yurt dışına çıkış yapan kişidir. Söz konusu harcın uygulaması ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Bu harcı uygulayan ülkelerin büyük çoğunluğunda, harcın bilet fiyatlarına eklenerek, ülkeden çıkış yapan yerli ve yabancı herkesten tahsil edildiği görülmektedir. Ülkemizde de yurt dışı çıkış harcının bilet fiyatlarına eklenerek, ülkeden çıkış yapan yerli ve yabancı herkese uygulanması dönem dönem gündeme gelmiştir. Ancak gerekli yasal zemine kavuşamamıştır. Hâlbuki yurt dışı çıkış harcının bilet fiyatı içine dahil edilerek tahsil edilmesi harcın tahsilini kolaylaştırırken, yerli yabancı herkesten tahsil edilmesi harçtan elde edilecek gelirini de arttıracaktır.

  • Gümrük antreposunda; ithal edilen malın/ eşyanın hem yurt içine hem de yurt dışına satışı mümkündür. Söz konusu malın/eşyanın yurt dışına satışı transit ticaret olarak değerlendirilmektedir. İthal edilen malın/eşyanın gümrük antreposunda devir faturası düzenlemek suretiyle yurt içine satışının Kurumlar Vergisi ve Katma Değer Vergisi beyanlarına yansıtılması açısından farklılıkları vardır. Kurum kazancı hem yurt içi hem de yurt dışı kazançların tamamı üzerinden vergilendirileceğinden gümrük antreposunda gerçekleştirilen devir işleminde elde edilecek kazanç her durumda kurum kazancına eklenmelidir. Gümrük Kanununa göre: Gümrük antreposu Türkiye Cumhuriyeti toprakları içinde sayıldığından, gümrük antreposunda gerçekleştirilen devir işlemi Katma Değer Vergisi Kanunu kapsamında değerlendirilmektedir. Ancak bu işlemler katma değer vergisinin konusuna girmekle birlikte, anılan Kanun?un ithalat istisnasını düzenleyen 16?ncı maddesinin 1-c fıkrası gereğince vergiden müstesna edilmiştir. Dolayısıyla antrepoda devir işlemleri kurumlar vergisine tabi olurken, katma değer vergisinden istisna edilmiştir.

  • 362 Sıra No?lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğinde; bilanço esasına göre defter tutan mükelleflerin belirli bir haddi (5.000 TL) aşan mal ve hizmet alışlarını/satışlarını Form Ba-Bs ile bildirimde bulunmak zorunda olduğu belirtilmiştir. Bilanço esasına göre defter tutan mükelleflerin tüm alış ve satışları belirtilen hadlerin altında kalması halinde bile Form Ba-Bs bildirim formlarını aylık dönemler halinde elektronik ortamda göndermeleri zorunludur. Bu durum dernek veya vakıflara ait iktisadî işletmeler için de geçerlidir. Adi ortaklıklarda; Form Ba-Bs?ler ortaklığın kimlik numarası adına bildirilmesi gerekmektedir. Bildirimde bulunulmaması halinde uygulanacak cezai müeyyide ise 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 355?inci maddesine göre özel usulsüzlük cezasıdır. Uygulanacak cezai müeyyideye ilişkin mükelleflere önceden yazılı bildirim yapılması da gerekmemektedir.

  • Ülkemizin; uluslararası arenada yer alan hizmet ihracatından daha fazla pay alabilmesi, uluslararası rekabet gücünün arttırılması ve nitelikli iş gücünün Türkiye?de desteklenmesi amacıyla Gelir Vergisi Kanunu Mülga 33?üncü maddesinde 01.01.2017 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yurt dışı yerleşiklere hizmet veren işletmelere kısmi vergi indirimi uygulaması hayata geçirilmiştir. Bu uygulama; ülkemizden yurt dışı yerleşiklere kanunda sayılan faaliyet alanlarında hizmet veren ve münhasıran bu faaliyet alanlarında istihdam edilen her bir hizmet erbabı için geçerli- dir. İşletmelere, faaliyetin yapıldığı ocak ayına ait asgari ücretin safi tutarının gelir vergisi tarifesinin birinci gelir diliminde yer alan oranla (%15) çarpılmasıyla bulunan tutarı aşmamak kaydıyla hizmet erbaplarından tahsil edilen vergileri gelir veya kurumlar vergisi beyannamesinin verildiği tarihten sonraki vergilendirme dönemlere ilişkin muhtasar beyannameler üzerinden tahakkuk eden vergiden indirebilme imkanı tanınmıştır.

  • Koronavirüsün (Covid19) ülkemizde görülmesiyle birlikte, virüsün yarattığı panik havasından yararlanmak isteyen stokçular harekete geçmiştir. Önce maske, dezenfektan ve kolonya ürünleri ile başlayan fırsatçılık süreci; bilim insanlarının virüsün tedavisinde C vitaminin etkili olduğunun açıklanmasıyla birlikte limon piyasasında da kendini göstermiştir. Depolarda binlerce ton limon bulunmasına rağmen, stokçuların etkisiyle limon bulunamaz hale gelmiştir. Virüs bahanesiyle, stokçuluk yapanların veya hileli yollarla fiyat yükseltenlerin bu fiilleri Türk Ceza Kanunu’nun ekonomi, sanayi ve ticarete ilişkin suçlar kapsamında olan TCK 237“Fiyatları Etkileme”, TCK 238 “Kamuya Gerekli Şeylerin Yokluğuna Neden Olma” ve TCK 240 “Mal ve Hizmet Satımından Kaçınma” hükümleri gereğince suç sayılmaktadır. Bu filler Vergi Usul Kanunu’nda ayrıca vergi suçu olarak tanımlanmamıştır. Ancak bu fillerin muhasebe hilesi yapılarak ya da sahte/muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenlemek suretiyle gerçekleşmesi halinde Vergi Usul Kanunu açısından da “kaçakçılık suçu” olarak cezalandırılacaktır.

  • Kurumlar Vergisi Kanununda yer alan “örtülü sermaye uygulaması” vergi güvenlik müesseselerinden biridir. Örtülü sermaye üzerinden hesaplanan faiz vb. ödemeler ticari kazancın elde edilmesi ve idamesi ile ilgili olmadığından gerek Gelir Vergisi gerekse Kurumlar Vergisi Kanunları açısından ticari kazancın tespitinde gider olarak dikkate alınamamaktadır. Örtülü sermayeye ilişkin faiz vb. ödemeler hem borç alan hem de borç veren nezdinde düzeltme işlemine tabi olacaktır. Borç veren tarafından yapılacak düzelmelerde, öncelikle borç alan tarafın işlemlerinin düzeltilmiş olması ve bu düzeltmeye istinaden tarh edilen vergilerin kesinleşmiş ve ödenmiş olması gerekmektedir. Ayrıca bu iki şartın yanında borç alanın zamanaşımı süresi içinde düzeltme talebinde bulunmuş olması da gerekmektedir.

  • Çekin kısaca hukuki tanımı; Bir bankaya hitaben yazılmış ve Türk Ticaret Kanunu'nda belirtilen hükümlere göre düzenlenmiş, ödeme emri niteliğinde olan kıymetli evraktır. Ödeme aracı niteliğindeki çeklerle ilgili olarak ülkemizdeki ilk yasal düzenleme 3167 Sayılı Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkındaki Kanun ile 19.03.1985 tarihinde yapılmış 03.04.1985 tarih, 18714 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Söz konusu Kanunun uygulanmasında ortaya çıkan sorunların giderilmesi ve eksikliklerin tamamlanması amacıyla belli dönemlerde ilgili kanunda değişlikler yapılmıştır. Bu anlamda 3167 sayılı kanunda yapılan değişikliklerin en önemlisi 26.02.2003 tarihinde kabul edilerek 08.03.2003'de yürürlüğe giren 4814 Sayılı Kanun'la yapılan kapsamlı değişikliktir. Günümüze kadar yapılan tüm düzenlemeler sonucunda 14.12.2009 tarih ve 27438 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5941 Sayılı Çek Kanunu şuan yürürlükte bulunan çek kanunudur. Bu kanunla birlikte 1985 tarihli 3167 sayılı Çek Kanunu uygulamasına son verilmiştir. 5941 Sayılı Çek Kanununda 03.02.2012 tarih ve 6273 sayılı "Çek Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" ile çek ve çek kullanımına ilişkin önemli değişiklikler yapılmıştır. Böylece söz konusu Kanunun kapsamı genişletilmiş, bankaların sorumluluğu arttırılmış ve karşılıksız çek keşide sonucu hükmedilen cezai sorumluluk konusunda bir takım yenilikler getirilmiştir. Bu kanunla, Türk Ticaret Kanunu'nun Cenevre Yeknesak Kuralları'nı esas alan çekle ilgili hükümlerinde herhangi bir değişiklik yapılmamasına özen gösterilmiştir.