VergiRaporu Yazar Fotoğrafı

Vergi Müfettişi, Hazine ve Maliye Bakanlığı

Bayram GÜLÇİÇEK





  • Yenileme fonu ile ilgili tartışmalı olan konulardan biri, fon hesabına alma işleminin ne zaman yapılması gerektiği iken, bir diğeri ise fon hesabına alınan tutarın üç yıl içinde yeni iktisap edilecek iktisadi kıymetin satın alınmasında kullanılması mı, yoksa üç yıl içinde fon tutarının yeni iktisap edilen iktisadi kıymet üzerinden ayrılan amortismanlara mı mahsup edileceğidir. Fon hesabına alma işleminin satışın yapıldığı yılda yapılması gerekir. Aksi takdirde muhasebe kayıtlarında satıştan tahassül eden karın, gelir tablosu hesaplarına intikali gerekeceği tabiidir. "Fon hesabına alınan tutarın üç yıl içerisinde kullanılması" konusunun ise "üç yıl içinde kârın yeni iktisadi kıymet satın alınmasında kullanılması" olarak algılanması gerekmektedir.

  • VUK'un 337'nci maddesine göre; usulsüzlük fiillerinin bir takvim yılı içinde birden fazla işlenmesi halinde, birden fazlasının her biri için birincisine ait cezanın dörtte birinin kesilmesi gerekmektedir. Yine aynı Kanunun 339'uncu maddesine göre, vergi ziyaı veya usulsüzlükten dolayı ceza kesilen ve cezası kesinleşenlere, cezanın kesinleştiği tarihi takip eden yılın başından başlamak üzere vergi ziyaında beş, usulsüzlükte iki yıl içinde tekrar ceza kesilmesi durumunda, vergi ziyaı cezası %50, usulsüzlük cezası %25 oranında artırılarak uygulanacaktır. Bu hükümlerin birlikte uygulanıp uygulanmayacağı, uygulanacaksa da kesilmesi gereken ceza tutarının hesaplamasının nasıl yapılacağı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. İdare, anılan hükümlerin aynı anda uygulanabileceği görüşünde olup uygulamaya bu şekilde yön vermektedir. Fiil ayrılığı ve tekerrürün aynı anda uygulandığı durumda, ceza tutarına öncelikle VUK'un 337'nci maddesi gereği %25 oranı uygulamakta, daha sonra bu tutar aynı Kanunun 339'uncu maddesi gereği %25 oranında artırılmak suretiyle kesilmesi gereken usulsüzlük cezası tutarı tespit edilmektedir.

  • Kanuni temsilcilerin amme alacaklarından sorumluluğuna ilişkin yasal düzenleme içeren 6183 sayılı Kanunun mükerrer 35'inci maddesinin beş ve altıncı fıkraları Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir. İptal edilen ilk fıkra metni, amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilcilerin farklı olması halinde bu şahısların, amme alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulacağına ilişkindir. Diğer fıkra ise kanuni temsilcilerin sorumluluklarına dair Vergi Usul Kanununda yer alan hükümlerin, bu maddede düzenlenen sorumluluğu ortadan kaldırmayacağına ilişkindir. Çalışmamızda, bahse konu iki fıkrayı iptal eden anayasa mahkemesi kararının neticeleri üzerinde değerlendirmelerimize yer verilmiştir.

  • Aynı kurum kazancı üzerinden birden fazla vergi alınmasının önlenmesi amacıyla vergi mevzuatımızda yurt dışında ödenen ve yurt içinde tevkif edilen vergilerin mahsubuna ilişkin düzenlemeler yer almaktadır. Bu kapsamda Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 33 ve 34'üncü maddeleri gereğince yurt dışında ödenen vergiler ile yurt içinde kesilen vergiler, belli şartlar dahilinde hesaplanan kurumlar vergisinden mahsup edilebilmektedir. Yurt dışında ödenen ve KVK'nun 33'üncü maddesi gereği Türkiye'de verilen beyannamede tahakkuk eden vergiden mahsup imkanı olan vergiler, zarar mahsubu veya istisnalar sonucu ilgili yılda Türkiye'de vergiye tabi kurum kazancın oluşmaması nedeniyle, kısmen veya tamamen mahsup edilememesi halinde izleyen üçüncü hesap dönemi sonuna mahsup edilebilecektir. Mahsup edilemeyen bu vergilerin nakden veya mahsuben iade alınması mümkün bulunmamaktadır. Beyanname üzerinden hesaplanan kurumlar vergisinden fazla olması nedeniyle mahsup edilemeyen yurt içinde kesilen vergilerin ise nakden veya mahsuben iade alınması mümkündür.

  • Çifte vergilendirme, vergiye tabi bir gelirin birden fazla ülkede vergi konusu olması, aynı gelirin hem elde edildiği ülkede hem de geliri elde edenin mukim (yerleşik) olduğu ülkede vergilendirilmesidir. Bu şekilde iki defa vergi almak, vergi adaletini ve eşitliğini bozmakta ve modern vergilendirme ilkelerine de ters düşmektedir. Ülkeler bu istenilmeyen durumu ortadan kaldırmak amacıyla aralarında vergi anlaşmaları yapmaktadırlar. Çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmaları ile gelirin, ikamet veya kaynak ülkelerden yalnızca birinde vergilendirilmesi veya vergilendirme hakkının her iki ülke arasında bölüşülmesi konularında düzenlemeler yapılmakta ve bu yolla gelirin her iki ülkede birden vergilendirmesi engellenmektedir.

  • Türk Vergi Sisteminde önemli bir yere sahip olan Gelir Vergisi Kanunu'na göre, mükellefler, bir takvim yılı içinde elde ettikleri kazanç ve iratları için aksine hüküm olmadıkça yıllık beyanname vermek zorundadırlar. Bu gelir unsurlarından beyanı gereken gelirlerin yıllık beyannamede toplanması zorunludur. (GVK madde 85) Yıllık gelir vergisi, vergiye tabi gelirlerin yıllık toplamından bazı indirim, istisna ve varsa mahsuplar düşüldükten sonra 103'üncü maddedeki nispetler uygulanmak suretiyle hesaplanır. Üzerinden vergi tarhiyatı yapılacak gelir vergisi matrahına ulaşılmasında, mükelleflerin kazançlarının hangi kaynaklardan sağlandığı zararların mahsubu açısından önem taşımaktadır. Zira gelir, bir gerçek kişinin bir takvim yılında elde ettiği kazanç ve iratların safi tutarıdır. Gelirin safi tutarının dolayısıyla gelir vergisi matrahının belirlenmesi için yapılan işlemlerden biri de zarar mahsubudur. Gelir Vergisi Kanunu'nun 88'inci maddesine göre, gelirin toplanmasında gelir kaynaklarının bir kısmından hasıl olan zararlar diğer kaynakların kazanç ve iratlarına mahsup edilmektedir. Yapılan bu mahsup neticesinde kapatılmayan zarar kısmı, beş yılı geçmemek kaydıyla müteakip yılların gelirinden indirilebilmektedir. Ancak aynı Kanun'un 80 inci maddesinde yazılı olan diğer kazanç ve iratlardan* 1 doğan zararların, diğer gelir unsurlarından elde edilen kazanç ve iratlardan mahsubu ise mümkün değildir.

  • Gelir vergisi mükellefleri açısından gelirin unsurlarını oluşturan ve GVK'nın 2'nci maddesinde yazılı kaynaklardan bir takvim yılı içinde elde edilen kazanç ve iratlar için aksine hüküm olmadıkça yıllık beyanname verilmesi gerekmektedir. Tacirler, çiftçiler ve serbest meslek erbablarının, ticari, zirai ve mesleki faaliyetlerinden kazanç temin etmemiş olsalar bile, yıllık beyanname vermeleri zorunludur. Bu hüküm şirketlerin faaliyet ve tasfiye dönemlerine şamil olmak üzere kollektif şirket ortakları ile ko- manditeler hakkında da uygulanır. Gelirin toplanması ve beyanı GVK'nın 85'inci maddesinde hüküm altına alınmıştır. Bu maddenin uygulanması esnasında, gelir unsurları açısından yapılmış olan özel düzenlemelerin dikkate alınması gerektiği de tabiidir. Toplama yapılmayan haller ise aynı Kanunun 86'ncı maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre gerek tam gerekse dar mükellef gerçek kişilerin, bir takvim yılında elde ettikleri gelir unsurları için beyanname verilip verilmeyeceğini GVK'nın başta 85 ve 86'ncı maddeleri olmak üzere ilgili diğer maddelerini de dikkate alarak tespit etmeleri gerekmektedir.

  • 2016 yılında yasal zemine kavuşan, 2017 yılında yayımlanan tebliğ ile uygulanmaya konulan izaha davet müessesesi, iki yılı aşkın bir süre tecrübe edildikten sonra 7194 sayılı Kanun ile yeniden düzenlenmiştir. Bu kapsamda, yapılan değişiklikler çerçevesinde “izaha davet” müessesesinin uygulamasına ilişkin açıklamalar ile usul ve esaslarının belirlenmesine yönelik olarak Gelir İdaresi Başkanlığınca Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği taslağı hazırlanmıştır. Söz konusu taslakta yer alan konuların geliştirilmesi, değiştirilmesi veya katkıda bulunulması ile ilgili görüş ve önerilerin alınması amacıyla 14.05.2020 tarihinde anılan Başkanlığın resmi internet sitesi üzerinden ilgililer ile paylaşılmıştır. Bu çalışmada, 482 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği’nin değiştirilmesine yönelik hazırlanan tebliğ taslağı hakkındaki değerlendirmelerimize yer verilmiştir.

  • Ülkemizde öteden beri vergi/matrah artırımı ve çeşitli amme alacaklarının yapılandırılmasına yönelik yasal düzenlemeler yapılagelmiştir. Yapılan bu yasal düzenlemelerde, başta vergi borçları olmak üzere, bazı kamu kurum ve kuruluşlarına bağlı tahsil dairelerince takip edilen amme alacaklarının tahsilatının hızlandırılmasına ilişkin hükümler yer almaktadır. Bu kapsamda kesinleşmiş alacaklara, kesinleşmemiş veya dava safhasında bulunan alacaklara ilişkin hükümler ayrı başlıklar halinde mezkur kanunlarda düzenlenmiştir. Diğer taraftan, 7194 sayılı Kanun ile vergi sistemimizde “Kanun yolundan vazgeçme” müessesesi ihdas edilmiştir. Söz konusu müessesede yer alan düzenlemeler, yapılandırma kanunlarında yer alan dava safhasındaki alacaklara ilişkin hükümler ile benzerlik göstermektedir. Bu yönüyle, “Kanun yolundan vazgeçme” müessesesiyle, yapılandırma kanunlarında yer alan dava safhasındaki alacaklara ilişkin hükümleri bazı farklılıklarıyla beraber süreklilik arz edecek şekilde mevzuatımıza dahil olmuştur. Bu çalışmada, “Kanun yolundan vazgeçme” müessesesi üzerinde durulacak, kamuoyunda “af kanunu” olarak nitelendirilen yapılandırma kanunlarında yer alan dava safhasındaki alacaklara ilişkin hükümler ile benzerlik ve farklılıkları üzerine değerlendirme yapılacaktır.

  • 1905 sayılı Kanunda, daimi nitelikteki vergilerden yanlış beyanname vermek veya çift defter tutmak veya sair suretlerle ketmedilmiş olanları haber verenlere tahakkuk edecek vergi ve misil ceza tutarları üzerinden belli bir tarifeye göre ikramiye verileceği hüküm altına alınmıştır. Hesap olunacak ikramiyenin üçte biri verginin kati surette tahakkukunda ve üçte ikisi verginin tahsili akabinde ödenecektir. 1905 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten günümüze 100 yıla yakın süre geçmiştir. Bu sürede birçok vergi yürürlüğe girmiş, kaldırılmış veya türü değiştirilmiş ya da uygulama alanı kalmamıştır. Diğer taraftan idari yapı büyük ölçüde değişmiş, toplumun eğitimi, kültürü ve davranış biçimleri de farklılaşmıştır. 1931 yılından beri 1905 sayılı Kanunun 6’ncı maddesine dayanılarak uygulanmakta olan ihbar ikramiyesi müessesesinin, yıllarca edinilen tecrübe sonucu bazı aksaklıklar ile sorunlar barındırdığı anlaşılmıştır. Çalışmada, ihbar ikramiyesine ilişkin genel bilgi verilecek, uygulamada ortaya çıkan sorun ve aksaklıklara ilişkin değerlendirme yapılacak ve 1905 sayılı Kanunun değiştirilmesine yönelik önerilere yer verilecektir.

  • 2016 yılında yasal zemine kavuşan, 2017 yılında yayımlanan tebliğ ile uygulamaya konulan izaha davet müessesesi, iki yılı aşkın bir süre tecrübe edildikten sonra 7194 sayılı Kanun ile yeniden düzenlenmiştir. Mükelleflerin izahta bulunmaları gereken tarih ile beyanname verme ve ödeme sürelerinde değişikliğe gidilmiş ve süresinde verilen izahı değerlendirilme süresine ilişkin Hazine ve Maliye Bakanlığına yetki verilmiştir. Diğer taraftan, sahte veya muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge kullanmaya ilişkin ön tespitler için müesseseden yararlanabilecek mükellefler kitlesi genişletilmiş ve belli şartlar dahilinde bu mükelleflere yazı gönderme imkânı sunulmuştur. Bu çalışmada, izaha davet müessesesinde 7194 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikler üzerinde değerlendirmelerimize yer verilmiştir.

  • Başta vergi ve prim borçlarından kaynaklananlar olmak üzere birçok kamu alacağını yeniden yapılandıran, matrah ve vergi artırımı imkanı sunan ve kamuoyunda 'torba yasa' olarak anılan "6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu Ve Diğer Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" 25.02.2011 tarih ve 27857 (1. Mükerrer) sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Çok geniş kapsamlı olan yasanın getirdiği düzenlemelerden biri de gümrük vergi ve cezalarında uzlaşma müessesesidir. 6111 sayılı yasanın 137 inci maddesi ile 4458 sayılı Gümrük Kanu- nu'nun1 mülga 244 üncü maddesi yeniden düzenlenmiştir. Yapılan bu düzenleme ile 213 sayılı Vergi Usul Kanununda yer alan uzlaşma mües- sesesinin benzeri Gümrük Kanunu'na dahil edilmiştir. Yapılan düzenlemenin yürürlük tarihi, 6111 sayılı Kanunun yayımlandığı tarihi takip eden altıncı ayın sonu yani 31.08.201 1 olarak belirlenmiştir. Son olarak, gümrük mevzuatına giren uzlaşma müessesinin uygulamasına ilişkin usul ve esasları düzenlemek amacıyla Gümrük Uzlaşma Yönetmeliği2 yayımlanmıştır. Gümrük mevzuatında bir ilk olan uzlaşma, bu makalemizin konusunu oluşturmuş olup, yeri geldikçe Vergi Usul Kanunu uyarınca uygulanan uzlaşma ile arasındaki farklılık ve/veya benzerliklere de değinilecektir.

  • Maliye Bakanlığı verilerine göre 2010 yılı sonu itibarıyla ülkemizde 652.009 adet kurumlar vergisi mükellefi bulunmaktadır.1 2 Bu mükellefler bir hesap döneminde elde ettikleri safi kurum kazançlarını, 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 14'üncü maddesi uyarınca hesap döneminin kapandığı ayı izleyen dördüncü ayın birinci gününden yirmibeşinci günü akşamına kadar beyan edeceklerdir. Yaptıkları bu beyan üzerine ödenmesi gereken kurumlar vergisinin bulunması durumunda, bu vergiyi beyannamenin verildiği ayın sonuna kadar ödemeleri gerekmektedir. Kurumlar vergisi matrahı hesaplanırken bazı gider, zarar ve indirimlerin gayri safi kazançlardan indirimi mümkündür. Kurumlar vergisi mükelleflerince verilecek beyannamelerde vergi matrahının doğru tespit edilebilmesi için üzerinde önemle durulması gereken hususlardan biri de zarar mahsubudur. Kurumlar vergisi matrahının tespitinde zarar mahsubu uygulaması, 6111 sayılı Kanun ile bu konuda yapılan düzenlemeler ve özellik arz eden hususlar, makalemizin konusunu oluşturmaktadır.

  • Makalemizin konusunu, imha edilen malların "zayi olan mal" kapsamında değerlendirilip değerlendirmemesine göre bu malların iktisabı dolayısıyla yüklenilen KDV'nin akıbeti ile 113 Seri No'lu KDV Genel Tebliği öncesi ve sonrası uygulamalar hakkındaki değerlendirmelerimiz oluşturmaktadır.

  • Kooperatifler bu amaçlarını gerçekleştirmek için yaptığı bazı faaliyetler neticesinde gelir vergisinin konusuna giren bazı gelir unsurlarını elde edebilmektedirler. Bu nedenle kooperatifler, temelde hem 5422 sayılı hem de 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 1'nci maddelerinde kurumlar vergisi mükellefleri arasında sayılmıştır. Buna göre, kooperatiflerin, gelir vergisinin konusuna giren gelir unsurları kurum kazancı olarak değerlendirilecek ve kurumlar vergisine tabi tutulacaktır. Kooperatifler, her ne kadar kurumlar vergisi mükellefleri arasında sayılmışsa da, kavram ve felsefesine uygun olarak belirli şartlara haiz olmaları durumunda kurumlar vergisinden muaf olabilmektedirler. Bu yazımızda, kooperatiflerin kurumlar vergisi mükellefiyeti ve belli şartlarla tanınan muafiyetleri, 5520 Sayılı yeni Kurumlar Vergisi Kanunu hükümleri çerçevesinde ele alınacaktır.