Şirketler finansman ihtiyaçlarını borçlanma ve öz kaynak temini olmak üzere iki alternatif yoldan karşılama imkanına sahiptirler. Şirket yöneticileri genellikle borçlanmanın maliyeti özkaynak maliyetinin bir hayli altında olduğundan çoğunlukla borçla finansmanı özkaynakla finansmana tercih ederler. Ancak bu durum belirli bir borçlanma seviyesinin aşılmasından sonra şirket açısından finansal riskinin artmasına neden olur. Bu şekilde şirket sayısının çokluğu ise reel ekonominin geneli için önemli bir tehdit doğuracağından ülkeler özkaynakla finansmanı teşvik etmek amacıyla bir dizi önleme başvurmaktadır. Çalışmamızda ülkemizde finansman gider kısıtlaması olarak bilinen yasal düzenlemenin özkaynakla finansmanı teşvik etme konusunda yeterliliği OECD ve Avrupa Birliği uygulamalarıgöz önüne alınarak değerlendirilerek bu konuda çözüm önerileri sunulmuştur
Vergisel uyuşmazlıkların sona erdirilmesine ilişkin vergi mevzuatımızda yer alan düzenlemelerin yeterli etkinlikten uzak olmaları, bu müesseselerin bir bütün halinde göz önüne alınmasını ve vergiye uyum için gerekli olduğu düşünülen düzenlemelerin vergi mevzuatımıza girmesine neden olmuştur. Bu kapsamda 7194 sayılı Dijital Hizmet Vergisi İle Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’la vergi mevzuatımıza aşamalı uyum düzenlemeleri olarak adlandırabileceğimiz müesseseler girmiştir. Bir model olarak tasarlanan aşamalı uyum düzenlemeleri, mükelleflerin vergiye uyumunu ve tahsilatı artıracağı, idarenin iş yükünü azaltmak suretiyle de kamu hazinesine sürdürülebilir bir gelir kaynağı yaratacağı düşüncesinden yola çıkılarak düzenlenmiştir.
Vergi incelemesine yetkili olanlarca inceleme yapılmak üzere istenilen defter ve belgelerin verilen süre içinde keyfi bir şekilde ibraz edilmemesi, vergi idaresinin denetiminden saklanılmak istenilen kimi durumların olduğu ve bunların karşıt inceleme yoluyla ortaya çıkarılmasının engellenmesinin amaçlandığını akla getirmektedir. Bu amaçla defter belge ibraz ödevinin mücbir sebep olmaksızın yerine getirilmediği bir durumda adli olarak hapis cezası; idari olarak ta özel usulsüzlük cezası ve ilgili dönem katma değer vergilerine ilişkin indirimlerin reddi şeklinde yaptırımlar uygulanmaktadır. Söz konusu yaptırımlardan katma değer vergisi reddiyatıyla ilgili olarak Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu tarafından verilen 25.07.2019 tarih ve E: 2013/3, K: 2019/1 no.lu karar vergi inceleme sürecine önemli etkileri olacak türden olup, bu kararın yaratacağı etkiler ve çözüm önerileri çalışmamızda irdelenecektir.
Devletlerin vergilendirme yetkilerinin sınırı “ikamet ilkesi” ve “kaynak ilkesi” olmak üzere iki farklı ilkeye göre belirlenmektedir. Ülkelerin vergilendirme yetkilerinin çakışmaması için çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmaları imzalanmaktadır. Çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmalarının hükümleri akit devletler tarafından karşılıklı mutabakat çerçevesinde belirlenmekle birlikte, bu anlaşmaların genel çerçevesi uluslararası uzlaşının sağlandığı Birleşmiş Milletler ve OECD tarafından kabul edilen model anlaşmalar doğrultusunda çizilmektedir. Söz konusu model anlaşmalara göre yurtdışında yerleşik bir firmanın kaynak ülkede vergilendirilebilmesi için daimi işyerinin bulunması gerekmektedir. Kaynak ülkede vergilendirilebilmek için gerekli olan daimi işyeri kavramı dijital ekonomiye geçişle birlikte sorgulanır olmuştur. Bunun nedeni dijital platformların model anlaşmalarda bahsedilen daimi işyerleri kapsamında değerlendirilememesidir. Bahse konu sorunun çözümü için ülke vergi idareleri çeşitli arayışlar içerisine girmişlerdir. Bu durumun ülkemiz yansıması ise sanal işyeri kavramı ile karşımıza çıkmaktadır.
5520 Sayılı Kanunun 12’nci maddesinin (7) numaralı fıkrası ile borç veren kurumlar için bazı koşullarda altında düzeltme hakkı tanınmıştır. Bu hak ile hem mükerrer vergilendirmeyi önleme hem de cezalandırma ile karşılaşılmadan işlemlerin düzeltilmesine olanak sağlanmaktadır. Ancak, bunun yapılabilmesi için Kanun koyucu önemli bir sınırlama ve koşul getirmiştir. Bu koşul, düzeltmenin yapılabilmesi için örtülü sermaye kullanan kurum adına tarh edilen vergilerin kesinleşmiş ve ödenmiş olması şartıdır. Bahsedilen şart gerçekleşmeden borç veren, nezdinde yapılacak bir düzeltme işlemi sebepsiz yere hazinenin vergi olacaktır. Yine söz konusu şartın gerçekleşmemesi nedeniyle vergilendirme işlemlerinde mükellefler arasında adaletsizliğe ve eşitsizliğe yol açılmış olacaktır.
Bireylerin sağlık ve sosyal güvenlik ihtiyaçlarının gittikçe arttığı günümüzde, vergi kanunları ile yapılan bir takım düzenlemelerle bu ihtiyaçların vergiye tabi bireyler üzerindeki yükü azaltılmaya çalışılmaktadır. Çalışmamızda vergiye tabi ücretli ve işverenin gelirlerinin tespitinde sosyal güvenlik kapsamında ödedikleri sigorta primi ve bireysel emeklilik sistemi katkı paylarının (BES) gelir vergisi karşısındaki durumu açıklanmıştır.
İnşaat işlerinin vergilendirilmesi, vergi kanunlarında özel olarak açıklanmasına ihtiyaç duyulmuş ve yapılan iş nedeniyle vergileme prensibi açısından genel iş ve işlemlerden bir takım farklılıklar içermesi zaruret göstermiştir. Öyle ki, bu zaruret inşaat işinin vergi kanunlarında yapılan tanımlama şekilleri itibariyle bile ayrı ayrı ortaya çıkmaktadır. Çalışmamızda yıllara yaygın inşaat ve onarma işleri ile arsa karşılığı inşaat işlerinin yasal düzenlemeler ışığında maliyetlendirme şekilleri irdelenecektir.
Hazine müsteşarlığı kanunlarla kendisine verilen görevleri yerine getirmek için borçlanmayı önemli bir araç olarak kullanmaktadır. Bu kapsamda hazine tarafından çıkarılan devlet iç borçlanma senetleri, kira sertifikaları, uluslararası tahviller gibi borçlanma araçları faiz, kira geliri vb. adlarla adlandırılan gelirleri elde etmek isteyenler tarafından satın alınmaktadır. Çalışmamızda Hazineye borç verenlerin, sağlamış oldukları finansman hizmeti karşılığında elde ettikleri gelirlerin vergilendirilmesi hakkında açıklamalarda bulunulacaktır.
Stoklar, finansal tablolarını KGK tarafından yayımlanan TMS/TFRS?yi esas alarak düzenleyen işletmeler açısından, gerek vergi kanunlarının uygulanması gerekse TMS/TFRS?lerin uygulanması açısından farklı uygulamalara tabi tutulmaktadır. Bu uygulama farklılıklarını özellikle sınıflandırma, maliyet unsurlarının tespiti, değer düşüklüğü durumlarında görmekteyiz. Çalışmamızda stokların vergi kanunları ve standartlar açısından ortak yanları ve farklı yanları ortaya konularak değerlendirilmesi amaçlanmaktadır.
Başta kamu idareleri olmak üzere kamu ve özel hukuk kişileri uygulamada, tarafı oldukları yapım ve onarım işlerinin hangi durumlarda yıllara yaygın olduğu, bu işlere ilişkin ödemeler üzerinden vergi kesintisi yapılıp yapılmayacağı, inşaat ve onarma işlerine ilişkin vergisel yükümlülüklerine ait zamanaşımı süresinin ne zaman başlayıp ne zaman sona ereceği gibi hususlarda tereddüt yaşamaktadır. Çalışmamızda yıllara yaygın inşaat ve onarma işleri ile ilgili kısa ve genel bilgilere yer verildikten sonra mükelleflerin uygulamada karşılaştıkları özellikli durumlara ve konuya ilişkin değerlendirmelere yer verilecektir.
Dahilde işleme Rejiminin amacı, dünya piyasa fiyatlarında hammadde temin etmek suretiyle ihracatı artırmak, ihraç ürünlerine uluslararası piyasalarda rekabet gücü kazandırmak, ihraç pazarlarını geliştirmek ve ihraç ürünlerini çeşitlendirmek olarak ifade edilebilir. Bu kapsamda dahilde işleme rejimi kapsamında ihracatı teşvik maksadıyla vergi mevzuatımızda bir takım vergisel avantajlara yer verilmiştir. Çalışmamızda 8 Seri No.Iu Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğle yapılan değişiklikler kapsamında Dahilde işleme rejimi Katma Değer Vergisi yönünden değerlendirilecektir.
5520 Sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 13?üncü maddesine eklenen yedinci fıkra hükmü ile, belirli kurumların 01.01.2008 tarihinden itibaren gerçekleştirdikleri yurt içi işlemlerde örtülü kazanç yönünden gerekli işlemlerin yapılabilmesi için Hazine zararı şartı aranmaktadır. Çalışmamızda Hazine zararı kavramı ve bu kavramla ilgili olarak dikkat edilmesi gereken özellikli durumlar hakkında açıklamalarda bulunulacaktır.
Gelir Vergisi mükellefleri verecekleri yıllık gelir vergisi beyannamelerinde, bir kısım gelir kaynaklarından hâsıl olan zararlarını diğer gelir kaynaklarının kazanç ve iratlarına mahsup edebilmektedir. Çalışmamızda Gelir Vergisi Kanunu?nun 88?inci maddesi hükmünde yer alan zarar mahsubu düzenlemesine ve bu düzenlemeye ilişkin özellikli konular uygulamalı olarak anlatılacaktır.
6102 Sayılı Türk Ticaret Kanununda yapılan düzenlemeler ile sermaye şirketlerinde yıllık kâr dağıtımının yapılarak pay sahiplerine dağıtılması esası konmuştur. Şüphesiz ki; yapılacak kâr dağıtımı uygulaması gelişi güzel bir uygulama olmayıp, belirli kurallar dahilinde gerçekleştirilecektir. Bu kapsamda çalışmamızda, iş hayatımızda çıkan kâr kavramlarının neyi ifade ettiği, kâr dağıtımı ile ilgili temel ilke ve politika neler olduğu ve en önemlisi kârın ne şekilde dağıtılacağı ile kâr dağıtımı aşamasında vergilemenin nasıl yapılacağı soruları açıklığa kavuşturulmaya çalışılmıştır.
Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 29. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca vergi oranları düşürülen teslim ve hizmetlerle ilgili yüklenilen vergiler, indirim mekanizması ile giderilemediği zaman; mükelleflere iade edilebilmektedir. Bu çalışmamızda indirimli orana tabi işlemlere ilişkin olarak yapılan idari düzenlemelerin Anayasa ve ilgili kanun hükümlerine uygun olup olmadığı değerlendirilecektir.
Vergi kanunlarında yer alan düzenlemelerle, sahip olunan iktisadi kıymetlerin değerlerinin ne şekilde tespit edileceği ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Bu düzenlemelerden bazıları, dönem sonu işlemlerinin yapılması sırasında mükelleflere, dönem kazancını azaltıcı bir takım vergisel haklardan yararlanma ve tercihlerde bulunma olanağı sağlanmıştır. Ancak mükelleflerin vergisel avantajlardan yararlanabilmesi için, avantajı sunan ilgili düzenlemedeki şartları yerine getirmesi gerekmektedir. Bununla birlikte vergi kanunlarında sayılan defterlerden bazıların yapısı bu şartların yerine getirilmesine imkan vermemektedir. İfade edilen durumun en güzel örneği, vergisel işlemlerin gelir ve/veya gider doğurucu özelliklerini göz önüne alarak kayıt imkanı sunan işletme hesabı defteridir. İşletme defterin anlatılan yapısı, mükelleflerin iktisadi kıymetlerini değerlerken Vergi Usul Kanununda yer alan bazı değerleme hükümlerini uygulayamamasına neden olmaktadır. Çalışmamızda işletme hesabı esasına göre defter tutan mükelleflerin tahakkuk eden alacaklarının vergi kanunlarında yer alan değerlemeye ilişkin hükümler karşısındaki durumuna değinilecektir.
Katma Değer Vergisi Kanunu'nun İndirilemeyecek KDV başlıklı 30. maddesinin (b) bendinde belirli durumlar hariç olmak üzere işletmelere ait binek otomobillerinin alış vesikalarında gösterilen katma değer vergisinin indirim konusu yapılamayacağı belirtilmiştir. Bu doğrultuda Maliye Bakanlığı tarafından verilen muhtelif özelgelerde binek otomobil alım satım faaliyetinde bulunan işletmelerin binek otomobil alımı nedeniyle yüklendiği katma değer vergisini indirim konusu yapamayacakları ifade edilmiştir. Bu çalışmamızda binek otomobil alım satım faaliyetinde bulunan işletmelerin binek otomobil alımı nedeniyle yüklendiği katma değer vergisini indirim konusu yapamayacaklarına ilişkin Maliye Bakanlığı özelgeleri değerlendirilecektir.
5615 sayılı Kanun'la ücretlilerde vergi indirimine son verilerek aynı Kanun'un 32. maddesi ile 01.01.2008 tarihinden itibaren elde edilecek ücret gelirlerine uygulanmak üzere asgari geçim indirimi müessesesi getirilmiştir. Asgari geçim indirimi uygulaması kaynaklarına göre gelirler sahiplerinin değişik ödeme gücüne sahip oldukları varsayımına dayanan ayırma kuramının bir ürünü olup, kişilerin bir miktar gelirinin vergi dışı bırakılmasını amaçlamaktadır. Asgari geçim indirimi uygulaması, Avrupa Birliği müktesebatı ile uyumlu ve çağdaş vergi kanunlarının çoğunda yer alan ve mükellefin medeni halini de vergileme yönünden dikkate alan bir sistem olarak halen uygulanmaya devam etmektedir. Bu çalışmamızda, 01.01.2008 tarihinden itibaren ülkemizde uygulanmaya başlanan asgari geçim indirimi uygulamasının vergi ve muhasebe boyutu üzerinde ayrıntılı olarak durulacaktır.
193 Sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun 2. maddesinde sayılan gelir unsurlarından biri olan serbest meslek kazançları, aynı Kanun'un 65. ila 68. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Buna göre her türlü serbest meslek faaliyetinden doğan kazanç serbest meslek kazancı olarak kabul edilecektir. Kanun'da yapılan tanım lafzi olarak çok geniş olmakla birlikte, serbest meslek kazancına ilişkin yasal düzenlemeler göz önüne alınmak suretiyle bu gelir türünün sınırları çizilebilecektir. Makalemizde serbest meslek kazançlarının gerek vergi kanunları gerekse diğer yasal düzenlemeler karşısındaki durumu göz önüne alınmış ve söz konusu gelir unsuru tüm hatlarıyla ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Türkiye ekonomisinin lokomotif sektörlerinden biri olan inşaat sektöründe, arsa ve inşaat maliyetlerinde gerçekleşen artışlar, müteahhitlerin inşaat maliyetlerini düşürülmesi konusunda alternatif çözüm arayışına sokmuştur. Bu arayışlar sonucu bulunan çözümlerden en bilineni; arsa karşılığı inşaat taahhüt işi olarak bilinen konut üretim modelidir. Arsa karşılığı inşaat işleri ilk defa 30 Seri No.lu KDV Genel Tebliği'nde genel hatları ile açıklanmıştır. Uygulama hala ifade edilen tebliğdeki esaslar üzerinden yön bulmaktadır. Ancak konu ile ilgili düzenlemelerin yetersizliği, mükellefler ile vergi idaresi arasında çoğu zaman ihtilaflı durumların çıkmasına yol açmaktadır. Çalışmamızda arsa karşılığı inşaat taahhüt işlerinde müteahhit tarafından arsa sahibine yapılan teslimlerin bedeli ile diğer teslimlere ilişkin bedeller arasındaki bariz orantısızlığın nedeni ve bu durumun çözümü üzerine gerekli açıklamalarda bulunacağız.