Toplumların tarihsel birikimlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan kültür, ekonomik hayatı da doğrudan etkilemektedir. Bir toplumda yerleşen kültüre göre, ekonomik ilişkiler kurulmakta, vergiler alınmakta ve harcamalar yine bu minval üzerine yapılmaktadır. Devletlerin en önemli gelir kaynağı, yurttaşlarından elde ettikleri vergi gelirleridir. Ülkede yaşayan bireylerin vergi vermeyi ne ölçüde benimsediği, onu bir kültür haline getirip getirmediği ekonomik hayat içerinde çok önemli bir noktadır. Çalışmada, vergi kültürünün oluşma aşamaları, nasıl işlediği, ülkemizde ve dünyada bu olgunun toplanan vergiler üzerinde ne ölçüde etkili olduğu incelenecektir.
Bu çalışmamızda son kullanma tarihinin geçmesi, çeşitli kimyasallar içerdiğinin tespit edilmesi gibi nedenlerle kanunen tekrar satılması mümkün olmayan ve imha edilen bisküvi, çikolata, konserve gibi gıda ürünleri, Sağlık Bakanlığınca kullanımının yasaklanması nedeniyle imha edilen ilaçlar ile kullanım süresi içinde formül hatası bulunan, miadının dolması veya hasar görmesi nedeniyle kullanılamaz hale gelmiş, üretimden kalkmış, insan sağlığını tehdit eden ilaçlar gibi çeşitli nedenlerle kullanım vasfını yitirmiş ve imha edilmiş malların vergi kanunları karşısındaki durumu ele alınmıştır.
Vergi Usul Kanunu?na göre alacaklar mukayyet değerleriyle değerlenmekle birlikte şüpheli, değersiz ve vazgeçilen alacaklar için özel düzenlemeler yapılmıştır. Belirli şartları sağlayan alacaklardan tahsili tümüyle olanaksız hale gelen alacaklar ?değersiz alacaklar?, şüpheli hale gelen alacaklar ?şüpheli alacaklar? başlığı altında düzenlemiş olup, bu alacakların ilgili dönemde gider yazılabileceğine hükmedilmiştir. Konkordato veya sulh yoluyla tahsilinden vazgeçilen alacaklar ise ?vazgeçilen alacaklar? başlığı altında düzenlenmiş ve doğrudan kâr hesabına alınması yerine zararla itfa edilmesi imkânı getirilmiştir. Bu makalede söz konusu alacakların bağlı olduğu şartlar, bunların muhasebeleştirilmesi ve bazı özellikli durumlar açıklanmaya çalışılmaktadır.
Kamu harcamalarının finansman kaynakları arasında en önemlisini vergi gelirleri oluşturmaktadır. Mükellefler, vergi kanunları gereğince yükümlülüklerini (vergilerini tam, doğru ve zamanında beyan ve ödemek vb.) yerine getirebilmeleri için bazı maliyetlere katlanmak zorunda kalmaktadırlar. Çalışmamızda mükelleflerin vergilerini doğru beyan etmeleri için üzerlerine düşen yükümlülükleri yerine getirirken katlanmak zorunda oldukları en önemli maliyetlerin neler olduğu ve bu maliyetlerin en aza nasıl indirilebileceği hakkında değerlendirmelere yer verilmiş ve çözüm önerilerine yer verilmiştir.
Değerleri diğer bazı dayanak varlıklara bağlı olan finansal araçlar, türev ürünlerdir. Bu dayanak varlıklar da hisse senetleri, tahviller, yabancı para, faiz ve emtia olarak sıralanabilir. Bu anlamda türev ürünler, cari piyasalarda işlem konusu olan varlıkların uzantısı (türevi) konumundaki finansal araçlardır. Finansal ürünlerin veya emtianın gelecekteki fiyat belirsizliğini ve değişkenliğini azaltmayı veya kontrol altına almayı amaçlayan futures, forward ve opsiyon sözleşmeleri ile taraflar arasındaki sabit ve dalgalı nakit akışlarının değiştirilerek döviz kuru ve faiz oranına ilişkin risk yönetimini sağlayan swap anlaşmaları en önemli türev ürünler olarak sayılabilir. Türev ürünlerin değerlemesinin nasıl yapılacağına ilişkin bir çıkarsama yapabilmek için bu ürünlerin 213 sayılı VUK?un değerlemeye ilişkin hükümleri içerisinde nerede olduğunun anlaşılması gerekmektedir. 193 sayılı GVK?nın geçici 67?nci maddesinde türev ürünlerin diğer sermaye piyasası aracı olarak kabul edileceği belirtildiğinden ve VUK?un değerleme hükümlerinde türev ürünlerin değerlemesinin nasıl yapılacağına ilişkin özel bir belirleme olmadığından türev ürünlerin VUK?un 289?uncu maddesi hükmü çerçevesinde değerlenmesi gerekmektedir.
Kamunun en önemli gelir kaynağı olan vergilerin, 21. yüzyılın en önemli sektörü kabul edilen turizm ile etkileşimi oldukça önemlidir. Turizmin makroekonomi üzerindeki pozitif etkilerinden hareketle, turizmin Türkiye?de toplam vergi gelirleri üzerinde herhangi bir etkisinin olup olmadığı araştırmacıların ve politika yapıcıların ilgisini çeken bir sorudur. Bu çalışmanın amacı, Türkiye?nin turizm geliri, turist sayısı ve vergi geliri değişkenleri arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktır. Çalışmada 19672014 yıllarına ait verilere Zivot-Andrews, ADF birim kök testleri ve Toda-Yamamoto nedensellik testleri uygulanmıştır. Türkiye?de ele alınan dönemlerde turizmin vergi gelirlerini artırdığına yönelik hipotezi kısmen doğrular niteliktedir. Elde edilen bulgular turizm ve vergi gelirleri arasındaki ilişkinin varlığını ortaya koymaktadır.
Ülkemizde vergi ağırlıklı bir muhasebe sisteminin varlığı nedeniyle, işletmeler mali kârın belirlenmesi noktasında ağırlıklı olarak stoklara ilişkin muhasebe kayıtlarını, değerlemeleri ve raporlamaları Vergi Mevzuatına göre yapmaktadırlar. Stoklar, olağanüstü olaylar veya bazı ön görülemeyecek nedenlerle kısmen ya da tamamen ortadan kalkabilecekleri gibi iktisadi değerlerini kısmen ya da tamamen yitirebilmek- tedirler. Diğer taraftan işletmeler de, üretim ve satış veya muhafaza amacıyla stoklama aşamasında meydana gelen fireler ise miktar azalması şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Bu noktada, stoklar açısından özellik arz eden fire maliyetlerinin Türk Vergi Mevzuatı ve Türkiye Muhasebe Standartları (TMS/TFRS) yönünden hesaplama ve muhasebeleştirmede farklılıklar meydana gelmektedir. Bu çalışmamızda firelerin hem Vergi Mevzuatı ve hem de TMS/TFRS?e göre mali tablolara yansıtılma sürecinde muhasebe uygulamaları örneklerle açıklanmaya çalışılmıştır.
Bu çalışmamız, satış vaadi sözleşmeleri ile alınan binalarda amortisman ayrılıp ayrılmayacağına ilişkin çözüm önerisi ortaya koymak amacı ile hazırlanmıştır. Bu çözüm önerisi, Kahramanmaraş Vergi Dairesi Başkanlığı tarafından verilen bir özelge ile desteklenmiştir. Yaygın bir kullanım alanına sahip satış vaadi sözleşmelerinin nasıl kurulduğu, bu sözleşmelerin hukuki dayanaklarının neler olduğu, hangi kanunlarda bu sözleşmeler ile ilgili ne tür düzenlemeler olduğu, bu sözleşmelerin taraflara yüklediği borçların neler olduğu ve sözleşmelerin sonuçları üzerinde durulmuştur. Yasal çerçeve içerisinde amortisman konusu işlenerek, satış vaadi sözleşmeleri ile taşınmazın alıcının kullanımına bırakılmadığı ve işletme envanterine alınmadığı, bu sebeple de envantere alınmayan bir taşınmazın amortisman konusu yapılamayacağı belirtilmiştir.
Sınırsız olarak kabul edilen işletme ömrünün belli dönemlere ayrılması ve her dönemin faaliyet sonuçlarının diğer dönemlerden ayrı olarak saptanması, muhasebe uygulamalarında ?dönemsellik? olarak adlandırılmaktadır. Gelir ve giderlerin tahakkuk esasına göre muhasebeleştirilmesi, hasılat, gelir ve kârların aynı döneme ait maliyet, gider ve zararlarla karşılaştırılması bu kavramın gereğidir. Vergi kanunlarının uygulamasında ?mahiyet ve miktar itibariyle kesinleşme? olarak tanımlanan tahakkuk esası özünde dönemsellik esasının gereğidir. Amortisman ayırma işlemi esasında dönemsellik kavramıyla ilgili olup vergi matrahını doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle amortismana tabi iktisadi kıymetler için yapılan harcamaların maliyetle ilişkilendirilip ilişkilendirilmeyeceği, ilişkilendirilecekse bu harcamaların hangi dönemde matrahın tespitinde ve ne miktarda dikkate alınacağı vergi matrahının belirlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Ayrıca bu husus işletmeler açısından vergi planlama aracı olarak da kullanılabilmektedir.
İktisadi hayat içerisinde faaliyet gösteren vergi mükellefleri, ihtiyaç duydukları bina, makine ve benzeri iktisadi kıymetleri satın almak yerine kiralama yolunu tercih ederek te ihtiyaçlarını gidermektedir. Ancak bazen kiralanan söz konusu kıymetlere kiracılar tarafından faaliyetlerine uygun hale getirmek amacıyla bir takım harcamalar yapılmaktadır. Kiracılar tarafından kiraladıkları amortismana tabi iktisadi kıymetlere yaptıkları harcamalar vergi uygulamaları bakımından özellikli bir husus olan özel maliyetlerin konusunu oluşturmaktadır. Bu çalışmamızda kurumlar tarafından özel maliyet bedeli olarak aktifleştirilen iktisadi kıymetlerin bedelsiz olarak mülk sahibine devredilmesi hususunun vergi kanunları karşısındaki durumu ele alınmıştır.
213 Sayılı Vergi Usul Kanununun 269?uncu maddesinde iktisadi işletmelere dâhil gayrimen- kullerin ve gayrimenkul gibi değerlenen iktisadi kıymetlerin maliyet bedeliyle değerleneceği belirtilmiştir. Aynı Kanun?un 270 ve müteakip maddelerinde zikredilen iktisadi kıymetlerin maliyet bedelinin nasıl tespit edileceğine dair düzenlemelere yer verilmiştir. Ancak Vergi Usul Kanunu?nda gayrimenkul- lerin ve gayrimenkul gibi değerlenen iktisadi kıymetler ile ilişkili birtakım giderlerin ve gelirlerin maliyet bedeline etkisinin nasıl olacağı açıklanmamıştır. İşletmelerin varlıkları içerisinde önemli bir yer tutan gayrimenkullerin ve gayrimenkuller gibi değerlenen kıymetlerin değerlemelerinin doğru bir şekilde yapılması, vergi matrahının doğru bir şekilde tespiti açısından önem arz etmektedir. Bu çalışmada gayrimenkullerin ve gayrimenkul gibi değerlenen iktisadi kıymetlerin maliyet bedelinin tespitine etki edebilecek özellikli hususlar Vergi Usul Kanunu ve diğer vergi kanunları ile ikincil mevzuatlara yer verilerek ortaya konmaya çalışılmıştır.
Bu çalışmada, işletmelerin ileride tahakkuk edecek ve ödenecek borç alacak ilişkileri için yapılan bir miktar ödeme olan ?sipariş avanslarının? değerlemesi, değerleme işleminin vergi matrahı üzerindeki etkisi ve ilgili hesabın döviz cinsinden olması halinde kur değerlemesinin yapılıp yapılmayacağı konuları ele alınmıştır. Özellikle döviz cinsinden alınan ve verilen sipariş avanslarının değerlemesi konusundaki tartışmalara Gelir İdaresi Başkanlığı son zamanlarda çıkarmış olduğu özelgelerle son vermiş olup, tartışmaların kaynağını ise eskiden günümüze devam eden kon- jonktürel dalgalanmalar oluşturmaktadır. Dolayısıyla sipariş avansları, bu görüş farklılıkları ile birlikte ele alınıp kanunlar, özelgeler ve danıştay kararları çerçevesinde açıklanmaya çalışılacaktır.
2016 yılının son ayına yani vergi ve muhasebe dilinde ?Dönem Sonu?na gelmiş bulunmaktayız. Her yıl olduğu gibi 2016 yılında da dönem sonu işlemlerinde gelir veya kurumlar vergisi matrahının hesaplanması ile ilgili işlemlerle ile birlikte değerleme günü itibariyle Katma Değer Vergisi yönüyle de özellikli hususlar vardır. Çalışmamızda Katma Değer Vergisi açısından dönem sonu işlemlerinde özellik gösteren ve dikkat edilmesi gereken hususlar açıklanacaktır.
Ekonomik büyüme sürecini henüz tamamlayamamış ülkeler gibi, Türkiye?de de yatırımların finansmanında iç tasarruflardan ziyade dış borçlanmaya başvurulmaktadır. Günümüzde dış borçların giderek artmasında, küreselleşme nedeniyle ihracat gelirlerinin ithalatı karşılayama- masının oldukça etkili olduğu gözlemlenmiştir. ithalata göre düşük kalan ihracat gelirleri döviz kıtlığına neden olmakta bu da borçlanmayı kaçınılmaz kılmaktadır. Bu çalışmada; Türkiye?de net ihracatın dış borçlanma üzerindeki etkileri 1990:Q1 - 2015:Q1 dönemi için Phillips-Perron birim kök testi, Johansen Çoklu Eşbütünleşme testi ve Vektör Hata Düzeltme Modeli kullanılarak uzun-kısa dönem analizleri yapılmıştır. Yapılan ampirik analizler sonucunda; net ihracatın dış borçlanmayı artırdığı, dolayısıyla, net ihracat ve dış borçlar arasında uzun dönemli bir ilişki olduğu saptanmış ve bu sonuç beklentiler ile uyumlu bulunmuştur.
Zayi olan, kıymeti düşen ve çalınan malların genel çerçevesi Vergi Usul Kanunu ve Katma Değer Vergisi Kanununda yer almakla birlikte, mükellefler bu konularda sıklıkla tereddüde düşmektedir. Bu sorunlar özelge, sirküler ve Danıştay kararlarıyla giderilmeye çalışılmaktadır. Bu malların yasal mevzuat açışından değerlendirilmesi ve muhasebeleştirilmesi makalemizin konusunu oluşturmaktadır.
Günümüz piyasa koşullarında işletmeler, büyük çapta yatırımların finansmanda ve amortismana tabi iktisadi kıymetlerin ediniminde (özellikle makine, teçhizat, teknolojik demirbaş alım- ları ve tevsi yatırımların finansmanı) yoğunlukla finansman ihtiyaçlarını bankalardan ve benzeri finans kurumlarından sağladıkları krediler ile karşılamaktadırlar. İşletmelerin her geçen gün artan kredi borçları, beraberinde yüklü finansman giderlerini ortaya çıkarmış, temelde faiz ve dövizli kredi kullanımından kaynaklı kur farkı şeklinde ortaya bu giderlerin iktisap edilen amortismana tabi iktisadi kıymetin maliyet bedeline mi intikal ettirileceği yoksa doğrudan ilgili yılın giderleri arasında mı gösterileceği hususları mükelleflerde tereddütlere neden olmuştur. Maliye Bakanlığı oluşan tereddütleri gidermek amaçlı çıkardığı tebliğler ve özelgelerle konuya ilişkin çeşitli açıklamalarda bulunmuştur. Çalışmamızda, amortismana tabi iktisadi kıymetin ilk iktisabında, kredi kullanımından kaynaklı faiz ve kur farklarının gider veya maliyet olarak kayıtlara ettirilmesi esnasında oluşabilecek bazı özellikli durumlara ve bu durumlara ilişkin mevzuat hükümleri çerçevesinde yapılan değerlendirmelerimize yer verilecektir.
4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanununa ekli (I) sayılı listedeki malların mükellefler tarafından işletme bünyesine dâhil edilmesi, başka malların üretiminde kullanılması veya satışının yapılması sırasında meydana gelebilecek firelerin ÖTV?ye tabi olup olmadığı vergi kanunlarında açık olarak düzenlenmese de, söz konusu firelerin vergi mevzuatı karşısındaki durumu, meydana gelen durumun fire veya zayi olup olmadığına ve firenin meydana gelmesi durumunda firenin oranına göre önem arz ettiği idarenin verdiği özelgelerle açıklanmıştır.
Türkiye?de sigorta sektörünün mevcut durumu, gelişmiş ülkelerdeki sigorta seviyesinin gerisinde olup, Türkiye?de sigorta sektörünün geliştirilmesi açısından önemli hareket noktalarından birisi, sigorta ürün çeşitliliğinin artırılmasıdır. Bu kapsamda, sigorta piyasasında son dönemde yoğun bir şekilde tartışılmaya başlanan katılım sigortacılığı (İslami sigorta, tekafül), söz konusu finansal kapsayıcılığın önemli bir örneği olarak görülmektedir. Ülkemiz açısından çok yeni bir uygulama olan katılım sigortacılığı (tekafül), karşılıklı yardımlaşma ile gönüllü katkı esaslarına dayalı sigorta yöntemi olarak ifade edilebilir. Katılım sigortacılığı sisteminde, tekafül fonuna ilişkin masrafların karşılanmasından sonra söz konusu havuzda bir fazlalık olması ve bu fazlalığın katılımcılara geri ödenmesi (bakiye iadesi) durumunda ortaya çıkan üç temel sorun vergi mevzuatı ve sigortacılık mevzuatı özelinde değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme kapsamında, bakiye iadesinin gelir vergisine tabi olmamaması ve söz konusu iade durumunda BSMV matrahının azalması gerektiği sonucuna varılmıştır. Katılım sigortacılığı açısından kurumlar vergisi kapsamına giren temel sorun ise, bakiye iadesini içeren ikramiye ve indirimler karşılığının kurum matrahının tespitinde indirim konusu yapılamamasıdır.
Kökeni Fransızca olan promosyon kelimesi genel olarak, bir malı/emtiayı geniş kitlelere tanıtmak ve o malın sürümünü sağlamak amacıyla yapılan çalışmaların tümü şeklinde tanımlanabilir. Bankacılık sektöründe ise bankaların, ürün ve hizmetlerini tanıtmak ve kullandırmak amacıyla kurumlara/ücretlilere/işverenlere yaptıkları kazandırmalardır. Bankalar maaş ödeme protokolü çerçevesinde yapılacak ürün ve hizmet tanıtımları karşılığında kurumlar/ücretliler/işverenler lehine geniş anlamıyla kazandırmada bulunmaktadır. Bankalar tarafından ödenen bu promosyonun kurumlara veya ücretlilere dağıtılması veyahut promosyonların ücretlilere dağıtılmaksızın işverenlere verilmesi Gelir Vergisi, Katma Değer Vergisi, Damga Vergisi, Veraset ve İntikal Vergisi açısından farklı sonuçlar doğurmaktadır.
Öteden beri, karbon emisyonları küresel ısınmanın ve bu nedenle iklim değişikliğinin başlıca etkenlerinden biri olarak görülmektedir. Fransız Hükumeti emisyonları azaltmak amacıyla yeni motorlu araçların alımında uygulanmak üzere yeni bir vergi teşvik sistemini, diğer adıyla bonus-malus?u, 1 Ocak 2008 tarihinde uygulamaya sokmuştur. Sistem az kirleten araçları ödüllendirip, fazla kirleten araçları cezalandırmaktır. Bir aracın iyi veya kötü olduğunun belirlenmesi ise kıyaslama yani pivot noktasına ve vergi dilimlerine bağlıdır. Temiz araçları diğerlerinden ayırt ettiği için, bu sistemin çevrenin korunması noktasında etkili bir araç olduğu düşünülmektedir. Fakat bu politika, şayet tüketici tercihi büyük ölçüde ödüllendirilen araçlardan yana olursa, belli hallerde arzu edilmeyen çevresel ve mali sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle, karbon emisyonlarını azaltmak olan nihai hedefe ulaşmak için, sistemin tasarlanması sürecinde çok dikkatli olunması hayati önem arz etmektedir.
Ülkemizde meydana gelen son gelişmelerin ekonomik ortamda etkisinin hafifletilmesi ile yatırım ortamının iyileştirilmesi ve işlem maliyetlerinin azaltılması için vergi kanunlarında değişiklik yapılmasını öngören 6728 Sayılı Yatırım Ortamının İyileştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 09 Ağustos 2016 tarih ve 29796 sayılı Resmi Gazete?de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu Kanun ile birçok kanunda değişiklikler yapılmış olup söz konusu düzenlemelerden birisi de Kurumlar Vergisi Kanunu?nun 5/B maddesinde yapılan değişikliktir. Çalışmamızda sınai mülkiyet haklarında istisna uygulaması genel hatları ile açıklanmış, yapılan değişiklik sonrası istisna uygulamasının nasıl olacağı anlatılmıştır.
Bireylerin sağlık ve sosyal güvenlik ihtiyaçlarının gittikçe arttığı günümüzde, vergi kanunları ile yapılan bir takım düzenlemelerle bu ihtiyaçların vergiye tabi bireyler üzerindeki yükü azaltılmaya çalışılmaktadır. Çalışmamızda vergiye tabi ücretli ve işverenin gelirlerinin tespitinde sosyal güvenlik kapsamında ödedikleri sigorta primi ve bireysel emeklilik sistemi katkı paylarının (BES) gelir vergisi karşısındaki durumu açıklanmıştır.
Devlet tarafından kişi ve kuruluşlara, ödenmeyen vergi kadar destek sağlanabilir. İşletmeler, vergi sisteminden yararlanılarak vazgeçilen gelirlerle (döviz kandırıcı hizmet faaliyetlerine, yürüten kişi ve kuruluşlara vergi indirimi sağlanması gibi) finanse edilebilmektedir. Vergi sistemimizde vergi harcama türlerinden birisi de indirim uygulamalarıdır. 6322 sayılı Kanunla, Gelir Vergisi Kanunun 89?uncu maddesine (13), Kurumlar Vergisi Kanunu?nun 10?uncu maddesine eklenen (ğ) bendi ile 15/6/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6728 sayılı Kanunla GVK?ya 33?üncü madde eklenen; Türkiye?de yerleşmiş olmayan kişilerle, işyeri, kanuni ve iş merkezi yurt dışında bulunanlara Türkiye?de verilen yurt dışında yararlanılan mimarlık, mühendislik, tasarım, yazılım, tıbbi raporlama, muhasebe kaydı tutma, çağrı merkezi ve veri saklama alanlarında faaliyette bulunan hizmet işletmeleri ile; ilgili Bakanlığın izni ve denetimine tabi olarak eğitim ve sağlık alanında faaliyet gösteren kişilere hizmet veren işletmelerin, bu faaliyetlerinden elde ettikleri kazancın indirim ve bu faaliyetler için istihdam ettikleri ve fiilen bu işleri ifa eden hizmet erbabına ödedikleri ücretler üzerinden asgari geçim indirimi uygulandıktan sonra hesaplanan vergiden indirim gibi vergi avantajları bulunmaktadır.
Bu çalışmada BİST (Borsa İstanbul) Kurumsal Yönetim Endeksinde bulunan ve finans sektörü dışında kalan 18 şirketin finansal performans sıralaması, TOPSIS (Technique for Order Preference by Similarity to Ideal Solution) yöntemi ile elde edilmiştir. TOPSIS yöntemi, şirketlere ait 6 adet finansal orana dayalı olarak kullanılmıştır. Çalışmada kullanılan finansal oranlar seçilirken finansal performans ölçme yöntemlerinden biri olan DuPont analizi ve bu analizde yer alan oranlar dikkate alınmıştır. Aynı zamanda literatürdeki benzer çalışmalarda kullanılan oranlar da göz önünde bulundurulmuştur. Böylece 2013-2015 yıllarını kapsayan dönem için performans sıralamaları elde edilmiştir. Elde edilen finansal performans sıralamaları işletmelerin kurumsal yönetim puanları ile karşılaştırılmıştır.
Küreselleşme temel olarak insanlar, firmalar ve ülkeler arasında etkileşimi ve bütünleşmeyi sağlayan bir süreçtir. Şöyle ki, küreselleşme süreci bir bütün olarak kültürler arası etkileşimi, teknoloji transferini, çok uluslu yatırımları ve ekonomik kalkınma gibi birtakım avantajları getirmiştir. Bunların yanında haklar ve özgürlükler telekomünikasyon araçlarıyla sınırlar ötesine ulaşmıştır ve hakların ve özgürlüklerin sınırlı olduğu ülkelerde seçme ve seçilme hakkı, fırsat eşitliği, cinsiyet eşitliği, ifade özgürlüğü, seyahat özgürlüğü ve mülkiyet özgürlüğü, sivil katılım talepleri artmıştır. Ancak gelir dağılımı adaletsizliğinin artması, doğal kaynakların tahribatı ve salgın hastalıklarda görülen artış küreselleşmenin yol açtığı kayıplar olarak gösterilir. Sayılan faydalar ile kayıplar sonucu devletler toplumların yeni ortaya çıkan ihtiyaçlarını karşılamak durumunda kalmış, mali anlamda birincil politika aracı olan bütçeler için yeni ihtiyaçların karşılanmasına yönelik yeni yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Bu çalışma devlet bütçeleri için gündeme gelen yeni yaklaşımlar olan yeşil bütçeleme, katılımcı bütçeleme, vatandaş odaklı bütçeleme, global bütçeleme ve cinsiyete duyarlı bütçeleme yaklaşımlarını tartışmayı amaçlamaktadır.
Son yıllarda ülkeler arasındaki sınırların kalkmış olması, uluslararası ticaretin ulaştığı boyut tüm dünya ülkeleri arasında ortak bir muhasebe dili oluşturma ihtiyacını doğurmuştur. Bu amaçla ülkemizde de Uluslararası Finansal Raporlama Standartları?na (UFRS) paralel olarak Kamu Gözetimi Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu tarafından gelir vergileriyle ilgili standartları da içeren Türkiye Muhasebe Standartlarını (TMS) yayınlamıştır. Ülkemizde uluslararası muhasebe standartlarını temel alan, muhasebe ve raporlama düzenini zorunlu kılan Türk Ticaret Kanunu?na (TTK) rağmen ülkemiz muhasebe geleneğinde halen ?vergi için muhasebe? anlayışı ve uygulaması varlığını sürdürmektedir.
Mükelleflerin 30.06.2016 tarihine kadar olan vergi, prim, trafik cezası, öğretim ve katkı kredisi gibi kamu borçlarına yapılandırma imkânı getiren 6736 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Kanun, 19.08.2016 tarih ve 29806 Sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 31.10.2016 tarihine kadar başvuru talebinde bulunup gerekli şartları sağlayan mükelleflerin belirtilen borçları ve vergi aslına bağlı olan gecikme zammı ve faizi yerine, enflasyon güncellemesi yapılarak yapılandıra- caklardır. Bu Kanun'un çıkarılmasındaki amaç; borçluların kamuya olan borç yükünün azaltılarak taksitle ödeme imkânı getirilmesi, ihtilafların sulh yoluyla sonlandırılması, vergi incelemesinde olan konuların dava yoluna gidilmeksizin çözümlenmesi, vergilemede öngörülebilirliğin artırılarak geçmiş vergilendirme dönemleri ile ilgili olası risklerin ortadan kaldırılması, işletme kayıtlarının fiili durumlarına uygun hale getirilerek kayıtlı ekonomiye geçişin teşvik edilmesi, bazı varlıkların milli ekonomiye kazandırılması şeklinde açıklanabilir. Bu çalışmamızda söz konusu Kanun kapsamında matrah artırımında bulunacak mükelleflerin gelir/kurumlar vergisi açısında karşılaşacakları durumlar değerlendirilmiştir.
6728 Sayılı Yatırım Ortamının İyileştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 09 Ağustos 2016 tarih ve 29796 sayılı Resmi Gazete?de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Söz konusu Kanun?un 22?nci maddesi ile VUK?un mülga 370?inci maddesi ?İzaha Davet? başlığıyla birlikte yeniden düzenlenmiştir. Söz konusu düzenleme ile 213 sayılı VUK?a getirilen izaha davet müessesesi çalışmamızın konusunu oluşturmaktadır.
Mevcut vergi sistemimizde, gerçek kişilerin gelirlerinin ve kurumların kazançlarının vergilendirilmesini düzenleyen Gelir Vergisi Kanunu ve Kurumlar Vergisi Kanunu olmak üzere iki kanun bulunmaktadır. Yeni Gelir Vergisi Kanun Tasarısı ile 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu* 1 ile 13/6/2006 tarihli ve 5520 sayılı Kuramlar Vergisi Kanunu2 dünyadaki yaygın uygulamalara paralel olarak tek kanun haline getirilmektedir. Çalışmamızda yeni tasarıda da yer alan serbest meslek kazançlarının nasıl vergilendirileceği yönünde açıklamalarda bulunulacaktır. Söz konusu tasarının yasalaşması sürecinde değişikliklerin olabileceği hususu göz ardı edilmemelidir.
Fransızca orijinli bir kelime olan promosyon, Türk Dil Kurumu Güncel Sözlüğünde karşılığı ?özendirme? olarak tanımlanmıştır.2 Promosyon; firmaların potansiyel müşterilerine kendilerini tanıtmak ve ürünlerini pazarlamak amacıyla kullandığı etkili bir tanıtım aracıdır. Promosyon ürününe yönelik ilk uygulamalar 1960?lı yıllarda bankaların hatırlı müşterilerine kumbara, takvim, duvar takvimi, kalem vermesi şeklinde başlamıştır. Söz konusu uygulama ise 1990?lı yıllarda önemli bir ivme göstererek günümüz promosyon sektörünün oluşumuna önemli katkı sağlamıştır.3 Günümüzde promosyon olarak verilen mal teslimi ve hizmet ifaları bir pazarlama aracı olarak oldukça yaygınlaşmıştır. Yapılan kampanyalarla bu tür mal ve hizmetlerin müşterilere verilmesi veyahut ifası ile asıl satışı yapılan ürün daha cazip hale getirilerek şirketlerin satış hasılatlarının artması sağlanmış ve buna mukabil şirketlerin emsal şirketlerle rekabet gücü artmıştır. Çalışmamız boyunca ?bedelsiz mal teslimi ve hizmet ifaları? Katma Değer Vergisi ve diğer vergi kanunları çerçevesinde değerlendirilerek, Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliği ve özelgeler ile konuya açıklık getirilecektir.
Özel eğitim kurumlarına Gelir, Kurumlar ve Katma Değer Vergisi Kanunları'nda belirtilen şartları taşımaları koşulu ile vergi teşvikleri sunulmuştur. Gelir Vergisi mükellefi olan okul öncesi eğitim, ilköğretim, özel eğitim ve orta eğitim özel okullarının işletilmesinden elde edilen kazançlar istisna kapsamındayken Kurumlar Vergisi mükellefleri için ek olarak Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti tanınan vakıflar veya kamu yararına çalışan derneklere bağlı rehabilitasyon merkezlerinin işletilmesinden elde edilen kazançlara da istisna uygulanacaktır. Özel öğretim kurumlarında başarılı öğrencilerin bedelsiz olarak okutulması mümkündür. Ücretsiz okutulan öğrenciler için emsal bedel üzerinden fatura düzenlenmesi gerekmektedir. Bu öğrencilere yapılan giderler ticari kazancın elde edilmesi için yapılan reklam gideridir ve KDV Kanunu?nun 17. maddesi kapsamına girmediğinden KDV?ye tabidir. Gelir/Kurumlar Vergisi açısından ise, öğrencilerden alınması gerektiği halde alınmayan eğitim öğretim bedelleri bir taraftan gelir olarak kaydedilmesi gerekirken diğer taraftan da reklam gideri olarak muhase- beleştirilebilecektir.
Vergi Usul Kanunu?nda düzenlenen Vergi Kaçakçılığı Suçu bakımından, mevcut suç tipi incelendiğinde görülecektir ki; bu suç tipi bir kişi ile işlenebileceği gibi, birden fazla kişi ile de işlenebilir. Bu durumda ise Türk Ceza Kanunu?nda düzenleme alanı bulanan ve buna uygun olarak, Vergi Usul Kanunu?nda da düzenlenen iştirak kavramı söz konusu olacaktır. Bu eş düzenlemeler dikkate alınarak Vergi Kaçakçılığı Suçunda İştirak hükümlerinin tanımsal ve sonuçsal incelemeleri yapılarak, İştirak hükümlerinin işlevine ilişkin bir incelemenin ortaya konması amaçlanmıştır.
Uzlaşma uygulaması ilk olarak Türk Vergi Sistemine 1963 yılında girmiştir. İlk halinde sadece tarhiyat sonrası uzlaşma yer alırken, daha sonra 1986 yılında tarhiyat öncesi uzlaşma kurumu yürürlüğe girmiştir. Vergi İdaresi tarafından mükellefler hakkında yapılan tarhiyatlarda mükelleflerin idari başvuru yolları uzlaşma, dava açma, cezalarda indirim ve idari mercilere başvurudur. Vergi dairesince yapılan tarhiyatlarda mükelleflerin sıkça başvurduğu idari başvuru yollarından biri de uzlaşma talebidir. Uzlaşma hükümleri vergi idaresi ile mükellefler arasında, verginin tarh edilmesi ve/veya cezanın kesilmesinden kaynaklanan uyuşmazlıkların, yargı organlarına intikal etmeden çözümlenmesini sağlamaktadır. Vergi idaresince yapılan inceleme sonucunda ortaya çıkan fark matrah üzerinden ikmalen, re?sen veya idarece vergi tarh edilmektedir. Söz konusu tarhiyat mükellefe ihbarname ile tebliğ edilmekte ve ihbarnameyi tebellüğ eden mükellefler yargı yoluna başvurmadan önce, uzlaşma talebinde bulunabilmektedir. Ayrıca, tarhiyat öncesi uzlaşma ile vergi incelemesine dayanarak salınacak vergi ve cezalarda henüz vergi salınmadan ve ceza kesilmeden önce İdare ile mükellef görüşerek uzlaşma sağlayabilmektedir.
Vergi matrahlarının hesaplanmasıyla ilgili iktisadi kıymetlerin takdir ve tespiti anlamına gelen değerleme ve değerleme ölçülerinden biri olan emsal bedeli ile bedeli belli edilecek malın, maliyet bedeli bilinir veya çıkarılması mümkün olursa, maliyet bedeline, toptan satışlar için %5, perakende satışlar için %10 ilave etmek suretiyle emsal bedeli belli edilir. Bu çalışma ile ?perakende ve toptan satış? kavramlarına açıklık getirilmeye çalışılmıştır.
Kurumlar Vergisi beyannamesinde, her yıla ilişkin tutarlar ayrı ayrı gösterilmek ve 5 yıldan fazla nakledilmemek şartıyla geçmiş yılların beyannamelerinde yer alan zararlar kurum kazancından indirilebilecektir. Kurumlar vergisi beyannameleri düzenlenirken, zarar mahsubunda uygulanacak esaslar ile özellikli durumlara bu yazıda yer verilmiştir.
Vergilerin karşılıksız olması, mükelleflerin vergiye karşı direnç göstermelerine neden olmaktadır. Modern vergi sistemleri mükelleflerin bu direncini kırmak, vergi tahsilatını kolaylaştırmak ve vergiyi güvence altına almak adına tevkifat müessesesini daha çok kullanır hale gelmişlerdir. Böylelikle mükellefler vergi yükünü daha az hissettiği gibi devlet de vergiyi daha kolay tahsil edecektir. Gelir vergisi, kurumlar vergisi ve damga vergisi gibi birçok vergi türünde de tevkifat uygulamasını görmekteyiz ancak, konumuz itibariyle de bu çalışmada sadece Katma Değer Vergisinde (KDV) tam tevkifat uygulaması ele alınacaktır. Tam tevkifat uygulaması KDV?nin konusuna giren mal teslimi ve hizmet ifası işlemlerinin herhangi bir sebepten dolayı satıcının KDV mükellefi olmadığı hallerde alıcıya yüklenen bir sorumluluktur. Burada KDV?nin tamamı işleme muhatap olan alıcılar tarafından beyan edilip ödenmektedir. KDV?de tevkifatın önemli ayağını satıcının yurt dışında, alıcının yurt içinde olduğu işlemler oluşturmaktadır. Bu çalışmada, KDVK?nın 9?uncu maddesi kapsamında, Maliye Bakanlığının ?gerekli görülen diğer haller? ibaresince tam tevfikat uygulaması Genel Uygulama Tebliği çerçevesince ele alınacaktır.
Ülkemizde yaşam koşullarının değişiklik göstermesi ile 1960?lı yıllardan sonra göçler başlamış ve bu nedenle, kentleşme olgusunun da gerekli olması ile birlikte konut bulma sorunu ortaya çıkmıştır. Çalışmamızın konusunu oluşturan kat karşılığı inşaat işleri, konut sorunu ve çarpık kentleşme sorunun çözümü için geliştirilmiş bir metoddur. Ancak söz konusu sistemin vergisel manada uygulanması açısından bugün bile çeşitli aksaklıklar ve uyuşmazlıklar söz konusudur. Çalışmamızın ilerleyen bölümlerinde kat karşılığı inşaat sözleşmelerinin hukuki boyutundan ve gerek KDV gerekse Gelir ve Kurumlar Vergisi yönünden vergilendirilmesi ve bu konulardaki Mali İdare ile Yüksek Yargının görüş farklılıklarından bahsedilecektir.
Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin 6736 sayılı Kanun ile kurumlar vergisi mükelleflerine 31/12/2015 tarihli bilançolarında görülmekle birlikte, işletmelerinde bulunmayan kasa mevcutları ve ortaklarından alacaklı oldukları tutarların %3 vergisini ödemek suretiyle kayıtlardan çıkarabilme olanağı getirilmiştir. Ödenecek vergi ve kayıtlarda fiktif olarak yer alan tutarlar kanunen kabul edilmeyen gider olarak dikkate alınacaktır. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununda şirket hissedarlarının şirkete borçlanmalarının yasaklanması ve bu yasağa uyulmaması halinde uygulanacak adli para cezası ve vergi yükleri yüksek olmakla birlikte bilançoların temizlenmesi açısından, bu Kanun?dan yararlanmak şirketler açısından önemli bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. Gerçek olmayan kayıtlarını düzelten bilanço esasına göre defter tutan kurumlar vergisi mükelleflerinin yılsonu bilançolarında ortaya çıkan ticari zararın devam eden yıllarda kâr dağıtımı sırasında mahsup edilmesi vergi idaresi tarafından değişik zamanlarda verilmiş özelgelerle kâr dağıtımına bağlı tevkifat matrahını azalttığı gerekçesi ile tevkifata konu edilebilmektedir.
Türk Borçlar Kanunu?nun, 420?nci maddesine göre; işçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür. Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. İş sözleşmesi, taraflara sürekli olarak borç yükleyen bir özel hukuk sözleşmesi olsa da, taraflardan herhangi birinin iş sözleşmesini bozmak için karşı tarafa yönelttiği irade açıklaması ile ilişkiyi sona erdirmesi mümkündür. Fesih hakkı, iş sözleşmesini derhal veya belirli bir sürenin geçmesiyle ortadan kaldırabilme yetkisi veren bozucu yenilik doğuran ve karşı tarafa yöneltilmesi gereken bir haktır. Örneğin, işçinin ücret ödeme şeklindeki değişiklik bir anlamda işçiyi baskı feshi sonucu iş sözleşmesini sona erdirmeye yönelten bir davranıştır.
3226 sayılı Kanunla mevzuatımıza giren fi- nansal kiralama işlemlerinde, 2007 yılından önce KDV oranı teşvik unsuru olması amacıyla, %1 olarak uygulanmaktaydı. 30.12.2007 tarihinden itibaren finansal kiralama işlemlerinde indirimli oranda KDV uygulamasına son verilmiş, 31.1.2007 tarihinden sonra düzenlenen finansal kiralama sözleşmelerinde, sözleşme konusu malın tabi olduğu KDV oranı üzerinden vergilendirme yapılması esası getirilmiştir. Finansal Kiralamada amortisman işlemlerininse; kiracı tarafından aktifleştirilen finansal kiralamaya konu iktisadi kıymeti kullanma hakkının, Vergi Usul Kanunu?nun üçüncü kitabının üçüncü kısmının birinci bölümünde belirlenen esaslar çerçevesinde amortismana tabi tutulacağı hükme bağlanmıştır. Finansal kiralama sözleşmeleriyle ilgili 319 no.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğin B/2. bölümünde ise, kiracı tarafından aktifleştirilen kullanım hakkının Vergi Usul Kanunu?nun ve ilgili Genel Tebliğlerde bu iktisadi kıymetler için tespit edilmiş amortisman sürelerinde amorti edileceği belirtilmiş olup, sözleşmenin fesih olması halinde kalan dönemler için iktisadi kıymetle ilgili olarak amortisman ayrılmayacağı belirtilmiştir. Finansal kiralamada ortaya çıkan kur farkı ve faiz giderlerinin ise kanaatimizce, oluştukları dönemde gider yazılması gerekir.
Maliye politikası araçlarından biri olan kamu gelirlerinde önemli yeri olan vergiler, devletin egemenlik hakkına dayanarak elde ettiği gelirleri arasında yer almaktadır. Devlet elde ettiği gelirlerle hem harcamalarını finanse etmekte hem de piyasa ekonomisinde düzenleyici bir aktör olarak rol almaktadır. Yine bu kapsamda, 6736 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Kanun 19.08.2016 tarihinde yürürlüğe girmiş ve devlet, mükelleflerinden olan alacağını yapılandırma yoluna gitmektedir. Çalışma 6736 sayılı Kanun üzerine yapılmaktadır. Kanun?un 5. maddesinde yer alan matrah artırımı konusu irdelenmekte, gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerinin matrah artırımından yararlanma koşulları ele alınmaktadır. Çalışma dört bölümden oluşmaktadır. İlk olarak matrah artırımından yararlanacak mükellefler açıklanmakta, sonrasında başvuru süresi ve şekli anlatılmaktadır. Gelir vergisi mükelleflerinin 6736 sayılı Kanun kapsamında matrah artırmalarının şartları tablo ve örneklerle açıklanmaktadır. Son olarak kurumlar vergisi mükelleflerinin ilgili kanundan yararlanma koşullarına değinilmektedir.
Anonim ve limited şirketlerin birleşmelerine ilişkin usul ve esaslar, Avrupa Birliği mükteseba- tı ile uygulamada karşılaşılan sorunlar ve mevzuattan kaynaklanan eksiklikler de göz önünde bulundurularak 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununda yeniden düzenlenmiştir. Anılan Kanun, belli şartları sağlayan sermaye şirketlerinin birleşmesinde (şirket evliliğinde), bir takım kolaylık ve muafiyetler öngörmüş ve bazı prosedürleri basitleştirmiştir. Anonim ve limited şirketlerin "kolaylaştırılmış şekilde birleşmesi? olarak isimlendirilen bu yöntem ile birleşme işleminin, güvenli ve şeffaf bir şekilde yapılması, ayrıca basit bir işlemler zinciri içinde tamamlanması amaçlanmıştır. Kolaylaştırılmış birleşmenin temelinde, birbirlerine yabancı iki şirketin birleşmesi durumunda azınlık pay sahipleri açısından ortaya çıkabilecek rizikoların, ?birbirine çok yakın? olan şirketlerin birleşmesinde hiç mevcut olmaması veya çok önemsiz olması olgusu yatmaktadır. İşte bu çalışmada, anonim ve limited şirketlerin kolaylaştırılmış şekilde birleşmesinin şartları ile bu şirketlere sağlanan kolaylıklar tüm yönleriyle ele alınmış ve değerlendirilmiştir.
Yıllara yaygın inşaat ve onarım sözleşmeleri, bir varlığın tasarım, teknoloji ve fonksiyon ya da son kullanım amaçları birbiriyle ilişkili veya bir- biriyle bağımlı olan bir grup varlığın inşası için özel olarak yapılmış sözleşmelerdir (Akdağ vd., 2014). Bu sözleşmelere bağlı olarak bitimi bir takvim yılını aşacak inşaat ve onarım işleri için, kazancın yıllık esasta tespitinin güçlüğü nedeniyle GVK?da özel bir vergi rejimi yer almaktadır. Bu işlerde kâr ve zarar işin bittiği yıl tespit edilerek o yıla ait beyannamede gösterilir (GVK Madde 42). Bu işlerin muhasebeleştirilmesi de bu özel vergi rejiminden dolayı farklılık arz etmektedir.
Vergi rekabeti, ülkelerin yabancı sermayeyi ülkeye çekebilmek, milli refahı arttırmak ve ülkenin uluslararası piyasalardaki rekabet gücünü arttırmak için, diğer ülkelerin vergi sistemlerine nazaran daha avantajlı vergi oranları ve vergi teşvikleri uygulanmasıdır. Bununla birlikte vergi rekabeti her ülke bakımından aynı etkiyi ortaya çıkarmaz. Çünkü birinin lehine olan durum diğer ülkelerin aleyhine sonuçlar yaratabilecektir. Vergi rekabeti, ulusal ve uluslararası piyasalarda faaliyet gösteren işletmelerin, kendi şirket yatırım planlarını yaparlarken dikkat etmeleri gereken vergisel fırsatları da açığa çıkarmaktadır. Bu tür vergisel avantajlardan faydalanmanın yolu ise işletmelerin etkili bir vergi planlaması yapmalarında geçmektedir.
Bu çalışmada, 6736 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Kanunun yayımlandığı tarihten önce başlanıldığı halde, tamamlanamamış olan vergi incelemelerinde mükelleflerin matrah veya vergi artırımında bulunup bulunmaması durumuna göre, vergi incelemesine yetkili olanların bağlı olabileceği sürelerin neler olduğu, mükelleflerin matrah veya vergi artırımında bulunmadığı hallerde incelemelerin tamamlanması durumunda vergi aslına bağlı olan veya vergi aslına bağlı olmayan cezalarda indirim hükümleri, Kanun?un yayım tarihinden sonra tamamlanan vergi incelemelerinde ve tarhiyat öncesi uzlaşma talepli incelemelerde mükelleflerin indirim hükümlerinden yararlanma durumları, matrah veya vergi artırımında bulunulsa dahi incelenebilecek mükellefler açıklanmaya çalışılmıştır.
Yatırımların devlet tarafından teşviklerle desteklenmesi, gelişmekte olan ülkelerin yapısal özelliklerinden kaynaklanan finansman sorunlarını azaltmak için işletmelere sağladığı katkılarla yapılmaktadır. İşletmeler, sağlanan bu tür katkılarla yatırım yapmaya yönlendirilmektedirler. İşletmelerin, yaptıkları yatırımlar, indirimli vergi oranı uygulanarak devletçe vazgeçilen gelirle (vergi harcaması) finanse edilmeye çalışılmaktadır. Bu şekilde işletmeler, ödenmeyen vergi kadar desteklenmekte, devlet tarafından yatırımlara katkı sağlanmaktadır. Mevcut vergi sistemimizdeki önemli vergi harcamalarından birisi indirimli kurumlar vergisi uygulamasıdır. Çalışmanın amacı, işletmelerin devlet teşviklerinden sağladığı faydaların nasıl hesaplandığı ve mali tablolarda raporlamanın ve muha- sebeleştirmenin nasıl yapılacağını incelemektir. Çalışmada Türkiye Muhasebe Standartlarında yer alan açıklamalar ile yeni teşvik sistemi kapsamındaki tevsi yatırıma sağlanan vergi indirimi ve hesaplanan yatırıma katkı tutarının finansal tablolarda sunumu örnekle açıklanmıştır.
Değişen ticari hayat ile ticari hayatı düzenleyen mevzuatın birbiri ile uyumlu olması, kişilerin hem rekabet sürdürülebilirlik sağlamaları, hem de bu sürdürülebilirliği sağlayabilmek için mevzuatın dışarısına çeşitli yöntemlerle çıkmamaları için gereklidir. Ticari hayatta yeterli sermaye ve kapasitesi olan kişiler çeşitli nedenlerle şirketleşmeye gitmek istemektedirler. Bu kişiler tek başlarına bir veya birden fazla şirketin sahibi olabilecek yeterli birikim ve kapasiteye sahip oldukları için, bu şirketleşmeyi tek başına yapmak istemektedirler. Ancak o dönem yürürlükte olan yasal mevzuat izin vermediği için bu kişiler tek başlarına şirket kuramamaktadırlar. Bu yüzden kendisine yakın gördüğü kişilere sembolik olarak hisse vererek şirkete ortak yapmakta ancak tüm iş ve işlemleri kendileri yürütmekteydiler. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununda yapılan değişiklik ile zaten ticari hayatta uygulanagelen tek başına şirket sahip olma durumuna hatta tek başına birden çok şirkete sahip olma durumuna izin verilmiştir. Bu durum kişilere birçok avantaj sağlasada dikkat edilmesi gereken bazı hususlar bulunmaktadır. Çalışmanın ilerleyin bölümlerinde tüm bu hususlar yasal mevzuat ve çeşitli görüşler ışığında incelenmiştir.
Şirketler değişik nedenlerle esas sözleşmesindeki sermaye miktarını değiştirme ihtiyacı duyabilirler. Örneğin; iş hacmindeki daralma, kriz, düşük enflasyon ve karlılık oranının yüksek gösterilmesi gibi nedenlerden dolayı sermaye azaltımına gidebilmektedirler. Geçmiş dönemlerde sermaye azaltımı pek fazla bilinmeyen bir uygulama iken günümüzde şirketlerin sermaye azaltımına olan ilgileri artmış ve bu da sermaye azaltımının hangi kaynaktan yapıldığı vergiyi doğuran olay bakımından önem arz etmektedir. Bu çalışmamızda sermaye azaltımının vergi mevzuatı karşısındaki durumu ve bu işleme ait muhasebe uygulamaları çeşitli mukteza ve makalelerle kapsamlı olarak irdelenecektir.
Günümüzde yaygın olarak sahte belge düzenlemek amacıyla mükellefiyet tesis ettirenler, gerçek bir faaliyette bulundukları görüntüsü verebilmek amacıyla düzenlenen sahte satış faturaları ile orantılı olarak, sahte alış faturalarını yasal defterlerine kaydetmekte ve beyanlarına yansıtmaktadırlar. Bu durumda 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 367?nci maddesine göre suç bildirilirken, her iki suçtan mı yoksa sadece sahte belge düzenleme suçundan mı suç duyurusundan bulunulacağı konusunda farklı uygulamalar ortaya çıkmaktadır.
Maliye İdaresi, vergi alacağının emniyet altına alınması amacıyla, vergiye tabi işlemlere muhatap olanları verginin ödenmesinden sorumlu tutmaya yönelik uygulamalar hayata geçirmektedir. Uzun yıllardır Katma Değer Vergisinde (KDV) uygulanmakta olan ve vergi mevzuatımızın muhtelif yerlerinde yer alan tevkifat müessesesi, 34 Seri No.lu Özel Tüketim Vergisi Genel Tebliği ile ilk defa 4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) için de uygulanmaya başlamıştır. Bahsi geçen tebliğde sadece, ÖTV Kanunu?na ekli (I) sayılı listenin (B) cetvelinin 38.11 tarife pozisyon numarasında yer alan malların diğer şartların da gerçekleşmesi halinde tam tevkifata konu olacağı belirtilmiştir. 16.03.2015 tarihinde yürürlüğe giren Özel Tüketim Vergisi (I) Sayılı Liste Uygulama Genel Tebliği ile konu hakkında ilave düzenlemeler yapılarak, daha önce yürürlükte olan ÖTV Genel Tebliğlerinin (I) sayılı liste uygulamasına ilişkin bölümlerinin, yürürlükten kaldırıldığı belirtilmiştir. Çalışmamızda yürürlükte olan Tebliğ?de yapılan düzenlemeler doğrultusunda konunun daha açıklayıcı olarak ele alınması amaçlanmaktadır.
Gün geçtikçe değişen pazarlama stratejilerinin 21. yüzyıldaki ürünü olan Network Marketing sistemi, ülkemizde de her geçen gün pazar payını büyütmekte ve geliştirmektedir. Ülkemizde yüzü aşkın firmanın dâhil olduğu Network Marketing sisteminde yaratılan iş hacmi, binlerle ifade edilebilecek üye sayısı da düşünüldüğünde sistemin vergisel boyutunun ne kadar önemli olduğu da ortadadır. Bu makalemizde; Network Marketing Sistemine ana hatları ile değinerek, sisteme taraf olanların ana vergi kanunları olan Gelir, Kurumlar ve Katma Değer Vergisi Kanunları karşısındaki durumu irdelenecektir.
Vekalet ücretleri, iş sahibinden sağlanan vekalet ücreti ile dava sonunda mahkeme kararıyla tarifeye dayanılarak davayı kaybeden tarafın davayı kazanan tarafın avukatına ödemesine hükmedilen vekalet ücreti olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Uygulamada karşı taraf vekalet ücreti olarak adlandırılan bu durum hizmeti alan- veren ve yapılan hizmetin niteliği bakımından vergilendirmede tereddütlere sebep olmaktadır.
Kurumlar vergisi matrahının tespitinde; kurumlar vergisi beyannamesi üzerinde ayrıca gösterilmek şartıyla, kurum kazancından sırasıyla KVK 10. maddede belirtilen indirimlerin yapılacağı hüküm altına alınmıştır. Bilindiği üzere, 5520 Sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 10. maddesinde sayılan indirimlerin kurum kazancıyla ilgili olması şartı bulunmamaktadır. Doğrudan, beyanname üzerinden indirim konusu yapılmaktadır. 6637 sayılı Kanunun 8. maddesiyle, 01/07/2015 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere KVK 10. maddeye ?ı bendi? eklenmiştir. Bu çalışma, ilgili kanun maddesine eklenen bu bendin uygulaması ve uygulama şartlarına değinildikten sonra ilgili Bakanlar Kurulu kararından bahsedilecektir.
5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 5?inci maddesinin 1?inci fıkrasının (e) bendinde, kurumların en az iki tam yıl süreyle aktiflerinde yer alan taşınmazlar ve iştirak hisseleri ile aynı süreyle sahip oldukları kurucu senetleri, intifa senetleri ve rüçhan haklarının satışından doğan kazançların %75?lik kısmının, kurumlar vergisinden istisna edildiği hüküm altına alınmıştır. Mezkur Kanun?un uygulamasına ilişkin usul ve esasları içeren 1 seri no.lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliğinde elden çıkarılacak taşınmazlardan doğacak kazancın, bu istisna uygulamasına konu olabilmesi için taşınmazın ?Türk Medeni Kanunu?nun 705?inci maddesi gereğince kurum adına tapuya tescil edilmiş olması gerektiği? ifade edilmiştir. Tebliğ?de yer alan bu açıklama kurumların yurt dışında bulunan taşınmazların istisna uygulamasından yararlanıp yararlanamayacağına ilişkin soruları da beraberinde getirmiştir. Bu çalışmamızda, kurumlar vergisi mükelleflerinin yurt dışında bulunan taşınmazlarını elden çıkarmalarından doğan kazançların, istisna uygulamasına konu edilip edilemeyeceği hususu ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde incelenmiştir.
İklim değişikliği ve küresel ısınma olgusu son dönemlerde yaşanan en büyük çevresel problemlerin başında gelmektedir. Tüm ülkeler için ciddi tehdit oluşturan iklim değişikliği sorununa karşı ülkeler, hem uluslararası işbirliği ile hem de kendi çabalarıyla bir takım önlemler almaya başlamışlardır. Çevreye ilişkin olarak ortaya çıkan dışsal maliyetlerin içselleştirilmesini amaçlayan karbon vergisi de bu önlemlerden bir tanesidir. Bu kapsamda çalışmada karbon vergisi kavramı; verginin konusu, kapsamı, mükellefi ve oranı ele alınarak açıklanmaya çalışılmıştır. Ayrıca, uzun süredir karbon vergisini etkin bir şekilde uygulayan ülkeler dikkate alınarak, henüz bir çevre vergisi reformu gerçekleştirmeyen Türkiye için söz konusu verginin gerekliliği üzerine değerlendirmelerde bulunulmuştur.
Gerek çalışma hayatı gerekse de sosyal güvenlik sistemlerinin genel amacı; bireylerin, gelirleri azaltan, gider artıran risklere karşı korumaktadır. Söz konusu korumayla ilgili olarak alınan tedbirlerin kapsamı, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelere bağlı olarak da genişlemektedir. Özellikle teknolojik gelişmelere bağlı olarak iş gücüne olan talebin azalması, daha doğrusu daha az sayıda kalifiye iş gücüne ihtiyaç duyulmasıyla ortaya çıkan işsizliği ortaya çıkarmıştır. İşsizliğin önlenmesi ve işsiz kalanların işsizlik süresinde azalan ve yok olan gelir risklerinin bertaraf edilmesi amacıyla işsizlik sigortası uygulanmaya başlanmıştır. Ülkemizde de bu tür riskin karşılanması için ancak 2000?li yıllarda işsizlik sigortası uygulanmaya başlamıştır. Başlangıçta, dar kapsamda uygulanan işsizlik sigortası daha sonraları kapsamı genişletilmiş ve bu alandaki kapsamın genişleme eğiliminde olduğu görülmektedir.
Bilindiği üzere, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu?nun 11?nci maddesine 3297 sayılı Kanun ile eklenen c bendi ile imalatçılar tarafından ihracatçılara ihraç edilmek şartıyla yapılan mal teslimleri üzerinden hesaplanan verginin ihracatçılar tarafından ödenmemesi ve satıcılarında bu vergiler için tecil-terkin sisteminden yararlanmaları öngörülmüştür. İhraç kayıtlı olarak yapılan bu satışlarda matrah sonradan değişmezse sorun yoktur. Ancak malların iade edilmesi, işlemin gerçekleşmemesi, işlemden vazgeçilmesi veya vade farkı, kur farkı, faiz, ciro primi gibi sair sebeplerle matrahta değişiklik vuku bulduğu hallerde, vergiye tabi işlemleri yapmış olan mükellef bunlar için borçlandığı vergiyi; bu işlemlere muhatap olan mükellef ise indirme hakkı bulunan vergiyi değişikliğin mahiyetine uygun şekilde ve değişikliğin vuku bulduğu dönem içinde düzeltmeLeri gerekmektedir. Dolayısıyla farklı nedenlerle vergiye tabi işlemin matrahında meydana gelen bu değişiklikler bazen imalatçılar lehine bazen de ihracatçılar lehine sonuç doğurmaktadır.
Yıllık ücretli izin işveren tarafından bölünemez. Bu iznin işveren tarafından sürekli bir şekilde verilmesi zorunludur. Ancak, 53?üncü maddede öngörülen izin süreleri, 6704 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonucu, tarafların anlaşması ile bir bölümü on günden aşağı olmamak üzere bölümler hâlinde kullanılabilecektir. Örneğin; 1 yıllık kıdemi olan işçi, 14 günlük yıllık izninin bir bölümünü 10 gün olarak kullandıktan sonra kalan kısmını 1+1+1+1 şeklinde, 1+3 şeklinde veya 2+2 şeklinde kullanabilecektir.
Kamu ve özel alacakların icra yoluyla takibi sürecinde yer alan aktörlerin bir takım kurallara uyma zorunluluğu bulunmaktadır. Buradaki asıl amaç; kamu ve özel alacakların güvence altına alınması için yapılan işlemlerde borçlunun zor duruma düşürülmemesidir. Kamu ve özel alacaklarının takibinde, süreçte yer alan aktörlerin hangi davranışlarının suç kapsamında sayılacağı, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun ve 2004 sayılı İcra İflas Kanununda ifade edilmiştir. Bu kanunların takibat hukukunda suç ve cezalara ilişkin bazı hükümlerinde de ceza hukukuna çok sayıda atıf yapılmıştır. Haciz yoluyla takip işlemlerinde görev alanların cezaya çarptırılabilmeleri açık bir şekilde kanunlarda suç tanımına uygun eylemin bulunmasıyla mümkündür. Bu bakımdan suç kavramı önemli bir kavramdır. Bu çalışmada; takibat hukukunda suç ve cezalar konusu amme alacakları açısından incelenmiştir.
Rücu hakkının (rücu alacağı, dönme) genel tanımlayıcı bir ifadesi olmamakla birlikte, başkasına ait bir borcu yerine getiren gerçek ya da tüzel kişinin mal varlığında meydana gelen kaybı gidermeye yönelen, tazminat niteliğinde bir talep hakkı olarak tanımlanabilir. Sosyal Güvenlik Kurumu; sigortalılara ödenen geçici iş göremezlik ödeneğini, sigortalının kendisine ve/ veya hak sahiplerine bağlanan gelir ve aylıkları ve sigortalı ve sigortalının bakmakla yükümlü olduğu kişilere Kurumca yapılan tedavi masraflarını 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Borçlar Hukuku temel prensiplerine dayanarak işveren ve üçüncü kişilere rücu hakkına sahiptir.
KDV Kanunu?nda matrah, teslim ve hizmet işlemlerine, ithalata, uluslararası yük ve yolcu taşımalarına göre ve özel matrah şekillerine göre maddeler halinde düzenlenmiştir. Bu durumların dışında KDV Kanunu 24 ve 25. maddelerinde matraha dahil olan unsurlar ile dahil olmayan unsurlar sayılmıştır. Kanunda vergi, resim, harç, pay, fon karşılığı gibi unsurların matraha dahil olduğu belirtilmekle birlikte hangi vergi ve benzeri yükümlülüklerin verginin matrahına gireceği konusunda herhangi bir açıklık bulunmamaktadır. Bu konu zaman zaman mükellefler üzerinde tereddütlere ve idare ile aralarında ihtilafa neden olmaktadır. Bu çalışmamızda KDV matrahının oluşumu ve matraha dahil olup olmadığı konusunda tereddüt olan vergi ve benzeri yükümlülükler üzerinde durulacaktır.
6545 sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun yayınlanmasından önce, Vergi Yargılama Hukukunda uyuşmazlıklar; ilk derece mahkemesi sıfatıyla Vergi Mahkemeleri, itiraz mercii sıfatıyla Bölge İdare Mahkemeleri ve temyiz mahkemesi sıfatıyla Danıştay tarafından çözümlenmekteydi. 28.06.2014 tarihli Resmi Gazete?de yayınlanan 6545 sayılı Kanun ile idari yargı düzeninde yapısal değişikliklere gidilmiş, idari yargıda yer alan olağan kanun yollarından ?itiraz? yolunun yerine ?istinaf? yolu getirilmiştir. Çalışmamızda, henüz uygulamaya geçilmeyen söz konusu düzenlemenin mevzuat çalışmaları ve yargı örgütlenmesindeki yeri açıklanmaya çalışılmıştır.
3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununda indirimli orana tabi malların teslimi ve tecil-ter- kin uygulaması kapsamında yapılan teslimler, mükellefler için karmaşık konular olarak algılanmaktadır. Bu iki özellikli konu tek işlemde gerçekleştiğinde iade talep edebilecekleri KDV miktarını hesaplamak mükellefler için daha da karmaşık hale gelmektedir. Bu sebeple, indirimli orana tabi malların ihraç kayıtlı tesliminde iade edilecek KDV?nin nasıl hesaplanacağı makalenin esas konusunu teşkil etmektedir. Konu, örnekler üzerinden sadeleştirilerek açıklanacaktır. Örneklerin beyanname üzerinde gösterilmesi hususu okurlar için daha kolay anlaşılabilmesi için1 No.lu KDV beyannamesinde kullanacağımız tablolar çalışmanın sonuna eklenmiştir.
Vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti esastır. Vergi incelemesine yetkili olanlar tarafından bu muamelelerin gerçek mahiyeti ise öncelikle yasal defter ve belgeler üzerinden tespit edilmektedir. Ancak, mükelleflerin mücbir sebep olmaksızın yasal defter ve belgelerini incelemeye ibraz etmemesi sıkça karşılaşılan bir durumdur. Mücbir sebep olmaksızın ibraz yükümlülüğünün yerine getirilmemesi, mükellefler bakımından bir takım vergisel sonuçlar doğurmaktadır. Bunlardan birisi de katma değer vergisi indirimlerinin reddedilmesidir. Bu çalışmamızda mücbir sebep olmaksızın incelmeye ibraz edilmeyen defter ve belgelerin daha sonra mahkemeye ibraz edilmesi hususu katma değer vergisi indirimi özelinde, resen araştırma yetkisi ve yerindeLik denetimi kavramları çerçevesinde ele alınmıştır.
Kayıt dışı kelimesinin; Türk Dil Kurumluna göre tanımı ?Herhangi bir biçimde yazılı belgesi olmayan, kayda geçmemiş1? anlamını taşımaktadır. Günümüzde ülkemizin önemli sorunlarından biri de kayıt dışı ekonomidir, bu yönde ne kadar çok çalışma yapılırsa yapılsın, mükelleflerin kayıt dışı yollarla ekonomiye ve sosyal yapıya büyük bir zarar verdiği görülmektedir. Bu çerçevede ülkemiz açısından ?Kayıt Dışı Ekonomiyle Mücadele Stratejisi Eylem Planı? şeklinde çalışmalar yapılarak bu en önemli sorunun önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Devletin vergileme yetkisine dayanarak elde ettiği gelirler, cebri gelir olarak adlandırılır. Devletin ve yetkili kuruluşların egemenlik gücüne dayanarak aldıkları vergi, resim, harç, şerefiye, parafiskal gelirler vs. şeklinde sıralanmış gelirler kamu ekonomisi gelirleridir. Bu makalemizde kayıt dışı ekonomide kullanılan ihbar müessesiyle ilgili bilgiler çalışmamızın ana konumuzu oluşturmaktadır.
Hazine müsteşarlığı kanunlarla kendisine verilen görevleri yerine getirmek için borçlanmayı önemli bir araç olarak kullanmaktadır. Bu kapsamda hazine tarafından çıkarılan devlet iç borçlanma senetleri, kira sertifikaları, uluslararası tahviller gibi borçlanma araçları faiz, kira geliri vb. adlarla adlandırılan gelirleri elde etmek isteyenler tarafından satın alınmaktadır. Çalışmamızda Hazineye borç verenlerin, sağlamış oldukları finansman hizmeti karşılığında elde ettikleri gelirlerin vergilendirilmesi hakkında açıklamalarda bulunulacaktır.
Bu çalışmamızda Serbest Bölgelerin ülke ekonomimize olan katkısından kısaca bahsettikten sonra, buralarda faaliyette bulunan gerçek ve tüzel kişilerin mükellefiyet durumları irdelenecektir. Bilindiği üzere, buralarda faaliyette bulunanların mükellefiyet durumları, Türkiye siyasi sınırları içerisinde yer almakla birlikte gümrük bölgesi dışında sayılmaları nedeniyle vergi mevzuatı açısından ayrı bir önem arz etmektedir.
Harcırah Kanunu'na göre, yurt içi geçici görev nedeniyle gündelik, yol masrafı, ikametgah veya vazife mahalli ile istasyon, iskele veya durak arasındaki nakil vasıtası ile konaklama masrafı ödenebilmektedir. Söz konusu ödemelerin tamamından mı damga vergisinin kesileceği önem arz etmektedir. Damga Vergisi Kanunu'na ekli (1) sayılı tablonun "IV. Makbuzlar ve Diğer Kağıtlar? başlıklı bölümünün 1/b fıkrasındaki hükümden, hizmet karşılığı ödenen harcırahın nispi oranda damga vergisine tabi olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, Harcırah Kanunu kapsamında ödenen konaklama masrafının, hizmet karşılığından ziyade gider karşılığı olduğundan, konaklama masrafından damga vergisinin kesilip kesilmeyeceği hususuna açıklık getirilmesinin yerinde olacağı düşünülmektedir.
Anonim şirketlerin kuruluşlarında veya sermayelerini arttırdıkları sırada çıkardıkları payların itibari değerini aşan kısmı emisyon primi olarak anılmakta ve Kurumlar Vergisi Kanunu?nun 5/1-ç bendi hükmü gereği kurumlar vergisinden istisna edilmektedir. Ticaret Kanunumuza göre emisyon primi ?genel kanuni yedek akçe? niteliğindedir. Emisyon priminin ortaklara dağıtılmasını engelleyen hüküm Türk Ticaret Kanunu?nda sınırlı bir şekilde vardır. Ancak toplam yedek akçelerin nominal sermayenin yarısını aşması halinde aşan kısım şirket yetkili organlarınca, ortaklara dağıtım yapmak dahil istenildiği şekilde kullanılabilir.
Avrupa Birliği Komisyonu, Tek Pazar?ın işleyişine ve rekabet politikasına doğrudan ve dolaylı olarak etkileri olan kurumlar vergisi ile ilgili olarak bir ?Eylem Planı? hazırlayarak 2015 yılında Avrupa Birliği Konseyinin görüşüne sunmuştur. Bu ?Eylem Planı? ile kurumlar vergisi alanında tüm üye ülkeler için bağlayıcı özelliği olan bazı hukuksal düzenlemelerin yapılması gerekliliği özellikle- de Birlik düzeyinde geçerli olacak ve vergi kaybı ve kaçağının önüne geçilmesinde etkin bir mekanizma olarak uygulanması düşünülen ortak kurumlar vergisi matrahının önemi anlatılmaktadır.
213 sayılı Vergi Usul Kanununun 256. maddesinde defter ve belgelerin yetkililere ibraz edilmesi, 139. maddesinde ise incelemenin mükellefin iş yerinde yapılmadığı durumlarda inceleme elemanının çalışma yerine (daireye) getirmesi ile ilgili olarak düzenlemeye yer verilmiştir. Kanun?un 139 ve 256. maddelerinde yer alan ibraz mecburiyetleri farklı uygulama ve tebliğ hükümleri içermektedir. Bu farklılıklar çalışmamızın konusunu oluşturmaktadır.
Katma Değer Vergisi Kanunu Uygulama Genel Tebliğinin yayımlanması ile birlikte KDVK Geçici 17?nci maddesinin uygulanmasında önemli değişiklerolmuştur. Bu değişikliklerden sonra dahilde işleme rejiminde KDV?de tecil terkin uygulaması ve iade edilecek KDV?de had konulması ile birlikte uygulamanın nasıl olacağı makalemizin konusunu teşkil etmektedir.
Bu çalışmada grup şirketler arası kredi aktarımı; Kurumlar Vergisi, Katma Değer Vergisi ve kredi aktarımı işleminin krediyi kullanan ve aracılık eden grup şirketleri tarafından muhasebeleştirilmesi işlemi açısından; Vergi Kanunları, ilgili diğer yasal mevzuat, Danıştay Kararları, Vergi İdaresi görüşleri ve ilgili bilimsel araştırmalar göz önünde bulundurularak incelenecektir.
Türkiye?nin de üyesi olduğu İktisadi Kalkınma ve İşbirliği Örgütü OECD tarafından 2012 yılında ?Sınırlar Ötesi Vergi Müfettişleri? adıyla yeni bir program açıklandı. Programın amacı, gelişmiş ülkelerin vergi denetiminde edindikleri bilgi ve tecrübelerin gelişmekte olan ülkelere aktarılması, bu sayede vergi gelirlerinde artış sağlanması olarak belirlenmiştir. Buna göre OECD tarafından belirlenen Vergi Müfettişleri, talepte bulunan ülkelere giderek, vergi idarelerinde birebir ve uygulamalı olarak çalışmalara katılacaktır. Böylece gelişmekte olan ülkelerin kalkınması için kaynak yaratılması hedeflenmektedir.
Fransızca kökenli bir kelime olan reeskont; bir bankanın elinde bulundurduğu, vadesi gelmemiş senetlerin bir başka bankaya ıskonto ettirmesi olarak tanımlanmıştır. Vergi hukukunda reeskont işlemi Vergi Usul Kanunu?nun 281. maddesinde alacakların, 285. maddesinde ise borçların ?değerleme günü kıymetine irca olunmak? ifadesi kullanılmak suretiyle reeskonta tabi tutulmaları düzenlenmiştir. Buradan hareketle vergi hukukunda reeskont; ?değerleme günündeki sahip olduğu değeri tespit etmek? olarak anlaşılmalıdır. Alacak ve borç senetlerinin satış bedeliyle birlikte KDV tutarını da kapsaması durumunda, KDV?ye isabet eden kısma reeskont hesaplanabileceğini ve hesapla- namayacağını ileri süren görüşler bulunmaktadır. Yazımızda reeskont işlemi bu görüşler doğrultusunda ele alınacaktır.
Örtülü sermaye kavramı, kurumlar vergisi uygulamasında bir güvenlik müessesesi olarak düzenlenmiş olup; esasen sermayeye faiz yürütülmemesi genel kuralının tabii bir sonucu olarak vergi mevzuatımızdaki yerini almıştır. Bir başka deyişle söz konusu uygulamayla ortakların ve/veya ortaklarla ilişkili kişilerin ellerinde bulundurdukları fonları sermaye maskesi altında kurum bünyesine dâhil etmelerinin ve bu fon üzerinden kurum aleyhine faiz kazancı elde etmelerinin önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Uygulamada; Kurumlar Vergisi Kanunu?nun 12?nci maddesi kapsamında hesaplanan faiz ve benzeri ödemelerin Katma Değer Vergisi?ne tabi tutulup tutulmayacağı hususu duraksama ve tartışmalara neden olmaktadır. Burada cevap bekleyen soru; Kurumlar Vergisi Kanunu?nun dağıtılmış kar payı olarak nitelendirdiği örtülü sermayeye isabet eden faiz ve benzeri ödemelerin, finansman hizmeti karşılığında sağlanan faiz geliri mi yoksa Kurumlar Vergisi Kanunu?nun 12?nci maddesinde belirtildiği üzere dağıtılmış kar payı niteliğinde mi olduğu hususudur. Bu makalede, bahsi geçen konu hakkında öncelikle kısaca yasal düzenlemelere yer verilecek olup; müteakiben konuyla ilgili kapsamlı bir değerlendirme yapılacaktır.
Katma Değer Vergisi Kanununda vade farklarının matraha ilave edilmesi gerektiği açıkça belirtilmişken kur farklarının KDV matrahına dâhil olup olmadığına ilişkin herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Bu çalışmada vade ve kur farkının KDV matrahına dâhil olup olmayacağı hususu çeşitli yönleriyle incelenmiş olup, bu konu hakkında fikir ayrılıklarına idare görüşleri, mevzuat ve yargı kararları çerçevesinde yer verilmeye çalışılmıştır.
Türkiye?nin en önemli yapısal problemlerinden biri bölgelerarası gelişmişlik farklarıdır. Türkiye?de bölgelerarası gelişmişlik farklarının giderek artması, kalkınma ajanslarını bu sorunun giderilebilmesi amacıyla uygulanması gereken bir model haline getirmiştir. Türkiye?de henüz çok yeni olan kalkınma ajansları, 08.02.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5449 sayılı Kanun ile kurularak Türkiye?de bu yeni model uygulanmasına başlanmıştır. Bu çalışmada, bölgelerarası gelişmişlik farklarının azaltılmasında büyük bir paya sahip olan kalkınma ajanslarının kuruluş amacı, görevleri, personel rejimi, bütçe ve denetimi ile ilgili genel bilgiler vermek ve söz konusu kalkınma ajanslarının Türk vergi kanunları açısından vergisel yükümlülüklerine değinerek bu bağlamda uygulayıcılara yardımcı olunması amaçlanmıştır.
Türkiye'ye yapılan her türlü mal ve hizmet ithalatı KDV Kanunu'nun 1. madde hükmü uyarınca Katma Değer Vergisine tabi olup, burada ödenen KDV'nin Türk Muhasebe Standartlarına göre ithalatı yapanlarca muhasebe kaydı yapılacaktır. İthalatta ödenen Katma Değer Vergisi, KDV Kanunu'nun 21. maddesinde "ithalatta matrah? başlığı altında üç grupta tespiti yapılarak, Katma Değer Vergisinin bu üç unsurun toplamından oluştuğu belirtilmiştir. Birinci grupta; ithal edilen malın Gümrük Vergisi tarhına esas olan kıymetine,İkinci grupta; İthalat sırasında ödenen her türlü vergi, resim, harç ve paylara, Üçüncü grupta; Gümrük beyannamesinin tescil tarihine kadar yapılan diğer gider ve ödemelerden vergilendirilmeyenler ile mal bedeli üzerinden hesaplanan fiyat farkı, kur farkı gibi ödemelere, yer verilmiştir.
Ramazan ayı münasebetiyle işverenler tarafından hizmet erbabına verilen ramazan paketlerinin vergi kanunları karşısındaki durumu, konuya ilişkin örnekler ve muhasebe kayıtları üzerinden detayları ile ele alınmıştır.
Gelişmekte olan ülkelerin en belirgin özelliklerinden biri de nüfus artış hızının ve genç nüfus oranının yüksek olmasıdır. Türkiye'de yıllık nüfus artış hızı dikkate alındığında, Türkiye'nin toplam nüfusunun içinde genç nüfus payının yüksek olduğu gözlenmektedir. Genç nüfus faktörü; iktisadi kalkınmada ve ülke ekonomisinin gelişmesinde önemli bir paya sahiptir. Dolayısıyla karar alıcılar, genç nüfusu çağın ekonomik sistemine uygun alanlara yönlendirmek amacıyla genç girişimcilere yönelik politikalar oluşturmuştur. Yapılan bu düzenlemelerle genç girişimcilerin hem desteklenmesi hem de iktisadi gelişmeye katkı sağlanması amaçlanmıştır. Bu çalışmamızda genç girişimcilerin elde ettiği kazançların vergilendirilmesi ve istisna uygulanması değerlendirilmiştir.
Asgari ücret, işçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücrettir. Asgari ücretin vergilendirilmesi bir taraftan işçinin net gelirini azaltırken, diğer taraftan işverenin mali yükünü artırmaktadır. Ancak asgari geçim indirimi ile bu mali yük bir nebze azaltılmaya çalışılmıştır. 28.03.2007 tarih ve 5615 sayılı Kanunla, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunun 32?nci maddesinde yapılan düzenlemeyle ücretin gerçek usulde vergilendirilmesinde "Asgari geçim indirimi? sistemi getirilmiştir. Bu sistem 01.01.2008 tarihinden itibaren elde edilecek gelirlere uygulanmak üzere çalışanların asgari yaşam koşullarına uygun gelir tutarını vergi dışında bırakmayı sağlayan, temel yaşam haklarını garanti altına almaya yarayan uygulamaların başında yer almaktadır. Asgari geçim indirimi ile asgari ücret arasında bir bağlantı kurulmuş ve ücret seviyesine bağlı kalınmadan, medeni durumları aynı olan gerçek usulde ücret geliri elde eden çalışanların aynı şartlar altında yararlanmaları sağlanmıştır.
Ülkemizde faaliyet gösteren anonim şirketlerin büyük bir çoğunluğu, mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu döneminde kurulmuştur. Eski Ticaret Kanunu?nda sadece esas sermaye sistemine yer verildiğinden dolayı da, ağırlıklı kısmı halka açık olmayan anonim şirketler, halka açık şirketlerin uzun yıllar boyunca tabi olabildiği kayıtlı sermaye sisteminden faydalanamamışlar, zorunlu olarak esas sermaye sistemini benimsem zorunda kalmışlardır. 1 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı yeni Türk Ticaret Kanunu ise halka açık olmayan anonim şirketlere de, esas sermaye sistemi yanında kayıtlı sermaye sistemini benimseme imkanı tanımıştır. Bu çalışmada, kayıtlı sermaye sistemini seçmenin anonim şirkete sağlayacağı temel avantajlar ele alınmaktadır.
İflas ertelemesi, güncel ekonomik hayatta sıkça karşılaşılmaya başlanan bir durum olarak ortaya çıkmaktadır. Yeni bir düzenleme olmasa da uygulaması yeni sayılsa da vergisel açıdan ortaya çıkan bazı durumlarda özellik arz eden hususlarla karşılaşılmaktadır. Bunlardan biri de iflas ertelemesi alan şirketten olan alacak şüpheli alacak olarak kabul edilerek karşılık ayrılabilir mi mülahazasıdır. Bu konu hakkında muktezalarla idare tarafından görüş açıklanmış ve konu ile ilgili yazında bu muktezalara ağırlık verilmiştir. Ancak çalışmamızda muktezalarla birlikte bu husus kapsamında olması gereken durum vergi sistematiği içerisinde açıklanmaya çalışılacaktır.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde, cari işlemler açıkları yapısal bir sorun haline gelmiştir. Cari işlemler açığının belirleyicileri arasında büyüme, enerji ithalatı, sanayi üretimi, tasarruf- yatırım dengesi, döviz kuru gibi değişkenler yer almaktadır. Bu çalışmada, bu değişkenlerden büyüme ele alınmakta ve ekonomik büyümenin cari işlemler açığı üzerinde etkili olup olmadığı Türkiye ekonomisi için araştırılmıştır. Literatürde büyüme ve cari işlemler dengesi ilişkisinde iki farklı yaklaşım söz konusudur. İlk yaklaşıma göre, ekonomik büyüme ile cari işlemler dengesi arasında ters yönlü bir nedensellik ilişkisi vardır. İkinci yaklaşıma göre, ekonomik büyüme ile cari açıklar arasında zayıf ya da sistematik herhangi bir nedensellik ilişkisi bulunmamaktadır. Bu çalışmada, ekonomik büyüme ile cari işlemler dengesi arasındaki ilişki 1980-2013 dönemini kapsayan verilerle Türkiye ekonomisi için tahmin edilmiştir. Değişkenler arasındaki ilişki, ADF, Johansen eş bütünleşme ve Granger nedensellik analizleri ile araştırılmıştır. Analiz sonuçlarına göre gayrisafi yurt içi hasıladan cari işlemler dengesine doğru tek yönlü bir nedensellik ilişkisi bulunmuştur.
Milattan önce 7. yüzyılda LidyaLıLar, ticari ilişkilerde kullanılan ve taşınması kolay değiş tokuş aracı olan parayı bulmuşlardır. Geçen yüzyıllar ve ekonomik darboğazlar ticaretle uğraşan insanları farklı yollar aramaya yönlendirmiş ve M.Ö. 7. yüzyıla kadar süregelen takas ekonomisinin yerini barter ekonomisi almıştır. Bu çalışmada, barter kavramı açıklanmış ve uygulamanın vergisel boyutu ele alınmıştır.
Dernekler, kazanç paylaşma amacı dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak sosyal bir amacı gerçekleştirmek üzere şahıs topluluğu şeklinde, vakıflar ise gerçek veya tüzel kişilerce bir malın belli bir amaca tahsis edilmek üzere mal topluluğu şeklinde kurulmaktadır. KVK?nın 1. maddesinde kazançları bu kanuna göre kurumlar vergisine tabi tutulacak mükellef gruplarına yer verilmiştir. Söz konusu maddenin birinci fıkrasının (ç) bendine göre, dernek veya vakıflar tüzel kişiliği itibariyle kurumlar vergisinin konusu dışında olup, dernek veya vakıfların devamlılık arz eden ticari, sınai veya zirai nitelikte diğer bir ifadeyle bir organizasyona bağlı olarak piyasa ekonomisi içerisinde bedel karşılığı mal alım-satımı, imalatı ya da hizmet ifası gibi bir faaliyetinin bulunması halinde bu faaliyetler nedeniyle oluşacak iktisadi işletmeler nezdinde kurumlar vergisi mükellefiyeti tesis edilmesi gerekecektir.
Geçici vergi, yıllık vergilerin tahsil edilmesi zamanlarındaki gecikmenin önüne geçilmesi amacıyla, yıllık vergilere dönemlerinde mahsup edilmek üzere alınan bir tür peşin vergidir. Geçici vergi uygulaması, vergi sistemimizde kurumlar vergisi ve gelir vergisi (ticari kazanç ve serbest meslek kazançları) uygulamasında yer almakta olup, kapsamdaki mükelleflerin üçer aylık kümülatif kazançları üzerinden hesaplanarak tahsil edilmekte, dönemler itibariyle önceki dönem geçici vergileri ve aynı konu üzerinden tevkif edilmiş vergiler mahsup edilmektedir. Yıllık vergi beyannamesi üzerinde de stopaj yoluyla ödenmiş vergilerle birlikte ödenmiş olan geçici vergilerin tamamı mahsup edilerek ödenecek yada iade edilecek vergiler tespit edilmektedir.
Kat karşılığı inşaat sektöründe arsa maliki adına tanzim edilen yapı denetim hizmet fatura bedelleri, uygulamada arsa sahibi ile müteahhit firma arasında tanzim edilen akit gereğince yüklenici tarafından ödenmektedir. Müteahhitçe ödeme işlemi gerçekleşmesine rağmen, arsa sahibi adına tanzim edilen yapı denetim hizmet fatura bedelinin yüklenici tarafından gider yapılıp yapılamayacağı hususunda mükellef, vergi idaresi ve yargı üçgeninde ihtilaf oluşmaktadır.
Prim usulü çalışma, işçiye, sözleşmede belirlenen çalışması dışında yapmış olduğu emek ve başarı karşılığı normal ücreti dışında kendisine ödenen ek ücrettir. Satışlardan prim hakkı elde eden işçilerde çalışma süresinin önemli bir kısmı genel olarak işyeri dışında geçmektedir. Bu konularla ilgili olarak, Yargıtay?ın ilgili iş daireleri, 2015 yılından itibaren satışlardan prim hakkı elde eden çalışanların, prim+fazla mesai yönündeki kararını değiştirmiştir. Yargıtay?ın bundan sonra oluşturduğu ilke kararlarına göre, işyerinde primlerin kota tutturulmasına bağlı olarak yapıldığı belirlenmesi halinde fazla çalışma ücretinin sabit ücret üzerinden %50 zamlı olarak ödenmesi, eğer, işyerinde şirket performansına bağlı olarak bir prim uygulaması olması halinde ise, fazla mesai alacağının prim mahsup edilmeksizin hesaplanması gerektiği şekilde değiştirmiştir.
Limited şirketlerin yönetim ve temsil organı olan müdürler için 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununda bir takım yükümlülükler öngörülmüştür. Söz konusu yükümlülüklerin başında "özen yükümlülüğü? ve "bağlılık yükümlülüğü? gelmektedir. Bu kapsamda limited şirketlerde müdürler, görevlerini tüm özeni göstererek yerine getirmek ve şirketin menfaatlerini, dürüstlük kuralı çerçevesinde gözetmekle yükümlüdürler. Ayrıca müdürlerin, şirket sırlarını ifşa etmesi, şirketin çıkarlarını zedeleyebilecek davranışlarda bulunması ve özellikle kendilerine özel bir menfaat sağlayan ve şirketin amacına zarar veren işlemler yapması yasaktır. Bahsi geçen yükümlülüklerin ihlal edilmesi halinde müdürlerin hukuki sorumluluğuna gidilebileceği gibi, ortaklardan birinin başvurusu üzerine mahkeme kararıyla görevlerine de son verilebilir. İşte bu çalışmada, limited şirketlerde müdürlerin özen ve bağlılık yükümlülüğü tüm yönleriyle ele alınmış ve değerlendirilmiştir.
Vergi alacağı vergi kanunlarının vergiyi bağladıkları olayın vukuu veya hukuki durumun tekemmülü ile doğar. Müteahhit firma tarafından konut veya iş yeri teslimlerinde vergiyi doğuran olay konutun veya işyerinin tasarruf hakkının alıcıya devredilmesidir. Gayrimenkuller üzerinde tasarruf hakkı tapuya tescil işlemi ile doğar. Konut ya da iş yeri tesliminden önce alıcı adına tapuya tescil işlemi yapılırsa KDV açısından vergiyi doğuran olay gerçekleşir. Fakat müteahhit firmalar tarafından proje aşamasındayken yapılan gayrimenkul satışları verginin ne zaman doğduğunu tartışmalı hale getirmektedir.
Kurumlar Vergisi Kanununda yer alan örtülü sermaye müessesesine göre borcu kullanan ve kullandıran tarafların kurumlar vergisi mükellefi olması durumunda örtülü sermaye sayılan tutara isabet eden faizin borcu kullanan tam mükellef kurum tarafından kanunen kabul edilmeyen gider olarak dikkate alınmasına müteakip tarh edilen vergilerin ödenmesi ve kesinleşmesi durumunda düzeltme hükümleri çerçevesinde dağıtılmış kar payı niteliğinde olan tutarın borcu kullandıran kurum tarafından gelir yazılması ve iştirak kazancı istisnasından yararlanması durumu söz konusu olmaktadır. Fakat borcu kullanan kurumun geçmiş yıl zararları, istisna ve indirimler nedeniyle matrahının oluşmaması durumunda kanunen kabul edilmeyen gider olarak eklenen tutar sonucu yeni durumda halen zarar söz konusuysa, borcu kullanan kurum adına tarh edilen, ödenen ve kesinleşen bir vergi bulunmadığından borcu kullandıran kurum tarafından söz konusu tutar gelir olarak dikkate alınacak fakat iştirak kazancı istisnasından yararlanılması mümkün olmayacaktır.
5520 sayılı Kurumlar Verisi Kanununun (KVK) 32/A maddesiyle yürürlüğe konulan ?İndirimli Kurumlar Vergisi? uygulamasın ile özellikle tevsi yatırımlar sonucu elde edilen kazançlara indirimli kurumlar vergisi oranının uygulanması hüküm altına alınmıştır. Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra Hazine Müsteşarlığınca yayınlanan Tebliğ?de tevsi yatırımın ne olduğu belirtilmiş ayrıca yatırım cinsi olarak tanımlanan ve amaçsal olarak tevsi yatırıma benzerlik gösteren entegrasyon, modernizasyon ve ürün çeşitlendirmesi yatırımları da Tebliğ?de açıklanmış olup, yasal olarak belirlenmemiş olmasına rağmen indirimli kurumlar vergisi uygulamasından yararlandığı görülmektedir. Tevsi yatırımlardan elde edilen kazançların ayrı hesaplarda izlenmesinin mümkün olmadığı hallerde başka bir ifadeyle tevsi yatırımlar sonucu oluşan kazancın net olarak tespit edilmemesi durumda uygulanan tevsi yatırım oranının hesaplanmasında kullanılan sabit kıymet tutarının belirlenmesinde amortismana tabi iktisadi kıymetlerin brüt tutarının dikkate alınacağı ve işletmelerin toplam kazançları ile ilgili olarak ilgili hesap dönemlerinin kapatılmasından sonra fark oluşması halinde indirimli kurumlar vergisi uygulamasına ilişkin hesaplamanın yeniden yapılması gerekmektedir.
Bu çalışmada, neredeyse Türkiye?nin her yerinde faaliyet gösteren demeklerin ve derneklere ait iktisadi işletmelerinin hukuki mahiyeti ile faaliyetlerinin doğal bir sonucu olan gelirlerinin vergisel anlamda değerlendirilmeleri konuları ele alınmıştır. Mükellefiyet bakımından iktisadi işletmelerden farklı avantajlara sahip olan derneklerin, zaman zaman dernek adına kabul edilen bağışları iktisadi işletmelerine aktardıkları görülmektedir. Aynı şekilde iktisadi işletmelerinde elde ettikleri karları derneğe aktarmaları söz konusu olabilmektedir. Bu iki ayrı tüzel kişiliklerin vergisel yükümlülüklerinin farklı olduğu düşünüldüğünde bu aktarım mekanizmasının hesap ve işlemleri üzerindeki etkisi de değişmektedir. Kar aktarımıyla işletmede daha düşük karlar ve doğal olarak daha düşük bir vergi olarak ortaya çıkan bu etki kurumlar vergisi mükellefiyeti bulunmayan derneklerin kabul ettikleri bağışlarının aktarılması da iktisadi işletmelerinde bir gelir unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Çalışmanın sonraki bölümlerinde bu durum kanunlar, yönetmelikler ve özelgeler çerçevesinde daha detaylı olarak açıklanmaya çalışılacaktır.
Otomobil sektörünün ortaya çıkardığı katma değer ve bundan doğan vergi yükü ülkeler açısından büyük öneme sahiptir. Kimi ülkeler bu vergiyi etkin bir maliye politikası aracı olarak kullanırken; kimi ülkeler de negatif dışsallıklarla mücadele aracı olarak kullanmaktadır. 25.11.2016 tarihinde yapılan ve binek otomobillerin büyük bir çoğunluğunu ilgilendiren ÖTV düzenlemesiyle birlikte otomobil üzerinden alınan verginin Türkiye?de etkin bir maliye politikası aracı olarak kullanma niyetinin tekrarı niteliğinde olduğunu ortaya çıkarmıştır. Otomobil üzerinden alınan verginin ne kadar etkin bir maliye politikası aracı olduğu netlik kazanmamıştır. Bu amaçla sektörün ekonomi içerisindeki payından hareketle analizler yapılarak, kayıt dışı ekonomiyi hesaba katarak, sonuçlar üzerine odaklanılması gerekmektedir.
Ticari hayatta çeşitli sebepler doLayısı ile sıkça kullanılan proforma faturalar hem satıcı hem de alıcı açısından işlemleri kolaylaştırmaktadır. Alıcı ve satıcı arasındaki uzak mesafeler dolayısı ile işlemlerin gecikmesi önlenmekte şeffaf bilgi akışı sağlamaktadır. Proforma faturalar aynı zamanda bir teklif mektubu niteliği taşımakta ve ileride kurulacak bir sözleşmenin ilk adımını oluşturmaktadır. Bu özellikleri dolayısı ile damga vergisi açısından uygulamada bazı karışıklıklar ortaya çıkabilmektedir.
Vergi Usul Kanunu?nun 359?uncu maddesinde kaçakçılık suçları ve cezaları düzenlenmiştir. Söz konusu maddeye göre kaçakçılık suçlarında dava açılabilmesi için mezkur Kanun?un 367?nci maddesi gereği ilgili rapor değerlendirme komisyonları tarafından mütalaa verilmesi gerekmektedir. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 138?inci maddesine göre ise hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. Yargı bağımsızlığı olarak adlandırılan bu ilke karşısında, mütalaa müessesinin yargı bağımsızlığı açısından değerlendirilmesi çalışmamızın konusunu oluşturmaktadır.
Tam mükellef kurumların Türkiye içinde ve dışında elde ettikleri kazanç ve iratların tamamı kurumlar vergisine tabidir. Ancak söz konusu mükelleflerin faaliyette bulunduğu yurt dışı ülkelerin vergi kanunları uyarınca bu memleketlerde elde ettikleri kazanç ve iratlar gelir ve kurumlar vergisi benzeri vergiye tabi tutulabilmektedir. Bu kazanç ve iratların ayrıca mukim ülke statüsüne haiz olarak ülkemiz tarafından da vergilendirilmesi durumunda çifte vergilendirme söz konusu olacaktır. Aynı kazancın birden fazla vergilendirilmesinin önüne geçilmesi amacıyla kurumlar vergisi kanununda yurt dışında ödenen vergilerin mahsubuna imkân sağlayan düzenlemelere yer verilmiştir. Bu çalışmamızda kurumlar vergisi mükellefleri tarafından yurt dışında elde edilip de Türkiye?de vergilendirilecek kazançlar için daha önce mahallinde ödenen vergilerin, Türkiye?de bu kazançlar nedeniyle hesaplanacak kurumlar vergisinden mahsup edilmesi ve bu mahsubun yöntem ve sınırlarına ilişkin düzenlemeler detayları ile ele alınıştır.
362 Sıra No?lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğinde; bilanço esasına göre defter tutan mükelleflerin belirli bir haddi (5.000 TL) aşan mal ve hizmet alışlarını/satışlarını Form Ba-Bs ile bildirimde bulunmak zorunda olduğu belirtilmiştir. Bilanço esasına göre defter tutan mükelleflerin tüm alış ve satışları belirtilen hadlerin altında kalması halinde bile Form Ba-Bs bildirim formlarını aylık dönemler halinde elektronik ortamda göndermeleri zorunludur. Bu durum dernek veya vakıflara ait iktisadî işletmeler için de geçerlidir. Adi ortaklıklarda; Form Ba-Bs?ler ortaklığın kimlik numarası adına bildirilmesi gerekmektedir. Bildirimde bulunulmaması halinde uygulanacak cezai müeyyide ise 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 355?inci maddesine göre özel usulsüzlük cezasıdır. Uygulanacak cezai müeyyideye ilişkin mükelleflere önceden yazılı bildirim yapılması da gerekmemektedir.