VergiRaporu Yazar Fotoğrafı

Vergi Müfettişi

Suat SARIGÜL





  • Sınırsız olarak kabul edilen işletme ömrünün belli dönemlere ayrılması ve her dönemin faaliyet sonuçlarının diğer dönemlerden ayrı olarak saptanması, muhasebe uygulamalarında ?dönemsellik? olarak adlandırılmaktadır. Gelir ve giderlerin tahakkuk esasına göre muhasebeleştirilmesi, hasılat, gelir ve kârların aynı döneme ait maliyet, gider ve zararlarla karşılaştırılması bu kavramın gereğidir. Vergi kanunlarının uygulamasında ?mahiyet ve miktar itibariyle kesinleşme? olarak tanımlanan tahakkuk esası özünde dönemsellik esasının gereğidir. Amortisman ayırma işlemi esasında dönemsellik kavramıyla ilgili olup vergi matrahını doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle amortismana tabi iktisadi kıymetler için yapılan harcamaların maliyetle ilişkilendirilip ilişkilendirilmeyeceği, ilişkilendirilecekse bu harcamaların hangi dönemde matrahın tespitinde ve ne miktarda dikkate alınacağı vergi matrahının belirlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Ayrıca bu husus işletmeler açısından vergi planlama aracı olarak da kullanılabilmektedir.

  • Gelir İdaresi Başkanlığının verilerine göre, 2017 yılı Ocak ayı itibarıyla ülkemizdeki gelir vergisi mükellef sayısı 1.822.967?dir. 2016 yılı içerisinde tahsil edilen gelir vergisinin bütçe vergi gelirleri içindeki payı %23,4?dür. Gelir vergisinin bütçe vergi gelirleri içerisindeki oranının ülkemizde oldukça yüksek olması bu vergi gelirlerin önemini ortaya çıkarmaktadır. Bu kapsamda, gelir vergisinin matrahını doğrudan etkileyen ve gelir unsurlarında ortaya çıkan zararların mahsubu oldukça önemlidir. Şöyle ki, Gelir Vergisi Kanunu?na (GVK) göre gelirin toplanmasında gelir kaynaklarının bir kısmından hâsıl olan zararlar kanunda aksine hüküm bulunmadıkça diğer kaynakların kazanç ve iratlarına mahsup edilebilmekte, mahsup neticesinde kapatılmayan zarar kısmı, müteakip yılların gelirinden indirilebilmektedir. Ancak arka arkaya beş yıl içinde mahsup edilemeyen zarar bakiyesi müteakip yıllara naklolunamamaktadır.

  • Kira sertifikaları, faiz ödemeyi veya faiz masrafı yüklemeyi içermeyen, islami finans kurallarına göre ihraç edilen ve dünyada son yıllarda hızla gelişen faizsiz yatırım araçlarından biridir. Söz konusu yatırım aracına ilişkin düzenlemeler Sermaye Piyasası Kurulu tarafından yapılmaktadır. Varlık kiralama şirketinin satın almak veya kiralamak suretiyle devraldığı varlıkların finansmanını sağlamak amacıyla düzenlediği ve sahiplerinin bu varlıklardan elde edilen gelirlerden payları oranında hak sahibi olmalarını sağlayan menkul kıymet olarak tanımlanan kira sertifikaları halka arz edilerek veya halka arz edilmeksizin satılmak üzere ihraç edilen menkul kıymetlerdir. Ayrıca kira sertifikaları, yurt içinde ihraç edilebildikleri gibi yurt dışında da ihraç edilebilmektedir.

  • Gelir Vergisi Kanununun (GVK) 1'inci maddesinde; gelir vergisinin konusunun bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği kazanç ve iratların safi tutarı olduğu, Kurumlar Vergisi Kanununun (KVK) 6'ncı maddesinde kurumlar vergisine esas safi kurum kazancının, bir hesap dönemi esas alınarak tespit edileceği belirtilmiştir. Türk vergi sisteminde, gerçek kişilerin vergilemesinde "takvim yılı ilkesi", kurumların vergilemesinde de "hesap dönemi ilkesi" esas alınmıştır. Takvim yılı ve hesap dönemi ilkelerine getirilen istisnalardan birisi yıllara yaygın inşaat ve onarma işidir. Bu işlerde kazancın tespiti işin tamamlandığı yıl yapılmaktadır. Yıllara yaygın inşaat ve onarma işlerinde gelir ve giderlerin, takvim yılı içerisinde gerçek olarak tespit edilmesindeki zorluk nedeniyle uygulanan bu özel vergilendirme rejimi, kazancın tespit edilmesindeki zorluğu ortadan kaldırmış, ancak uygulamada başka belirsizliklere yol açmıştır. Bunlardan biri de devam eden yıllara sari işlerde alacak senetlerine reeskont ayrılıp ayrılmayacağıdır.

  • Türk vergi sisteminde ticari kazançta tahakkuk esası geçerli olup satış bedeli tahsil edilmeden hasılat yazılmaktadır. Mükellefler tahakkuk eden bu satışlarının bedellerini bazen tahsil edememekte ancak tahsil edemedikleri bu bedeller için de vergi ödemekte ve finansal açıdan zor duruma dü- şebilmektedirler. Söz konusu zor durumlara karşı kanun koyucu, bu nitelikteki alacakların pasifte bir karşılık hesabında tutularak gider yazılmasına imkân vermiştir. Ancak şüpheli alacaklara karşılık uygulamasında yargının verdiği kararlar ile vergi idaresinin görüşleri bazen uyuşmamaktadır. Bu konulardan bir tanesi de şüpheli alacaklarda teminat kavramıdır ve hangi teminatların şüpheli alacak uygulamasında teminat kabul edilmesi gerektiği konusudur.

  • Türk Vergi Sisteminde muafiyet, indirim ve istisnalar bazı mükellef gruplarının yükünü azaltmak, teşvik etmek, vergi yönetimini kolaylaştırmak gibi nedenlerle düzenlenmiştir. Örneğin, gelir vergisi kapsamına giren esnaf muaflığı ile birlikte, vergi ödeme gücü bulunmadığı varsayılan, sosyal ve ekonomik açıdan koruma amacı güdülen, vergilendirme maliyeti yüksek olan önemli bir ticaret erbabı kitlesi gelir vergisinden muaf tutulmuştur. Bu düzenlemelerin faydaları yanında vergi matrahında sebep oldukları azaltıcı etki sonucu vergi erozyonuna sebep oldukları ve bunun sonucunda da vergi tabanının daralmasına yol açtıkları ileri sürülmektedir. Yani muafiyet, indirim ve istisna uygulamalarının bazı vergileme ilkelerine hizmet ettikleri, bazılarına ise aykırı olabildikleri söylenebilir.

  • Ülkemizde örneğine en çok rastlanılan bu şirket türünde yukarıda da izah edildiği üzere belirli kurallar dahilinde hisse devirleri olabilmektedir. Çalışmamızın konusunu, limited şirket hisselerinin bir bedel karşılığı devrinde elde edilen kazançların vergilendirilmesinin gelir ve kurumlar vergisi açısından incelenmesi oluşturacaktır.

  • Vergi Usul Kanunu hükmünde de görüldüğü üzere, iflas ertelemesi kararı alınan şirketten olan alacağın şüpheli alacak kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve alacağa karşılık ayrılıp ayrılamayacağı konusunda açık bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak bu şirketlere karşı herhangi bir takip muamelesi başlatıla- maması şirketin alacağına ulaşması açısından bir engel teşkil etmektedir. İşte takip işlemi dahi yapılamayan alacağın şüpheli alacak olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği ve karşılık ayrılıp ayrılamayacağı çalışmamızın konusunu oluşturmaktadır.

  • Çalışmamızın konusunu, rüşvet, suistimal ve yolsuzluğun önlenmesi amacıyla çıkarılan '3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanununun' mal bildirimiyle ilgili bölümü ve bu konuya ilişkin özellikli işlemler oluşturacaktır.

  • Düzenleyenin (keşidecinin), belirli bir meblağın ödenmesi hususunda hesabının bulunduğu bankaya (muhatap) yetki vererek kendisinin belirlediği kişiye (lehdar) ödeme yapılmasını istemesi "çek" aracılığıyla gerçekleştirilmededir. Bu yönüyle çek bir ödeme aracıdır ve diğer kambiyo senetleri gibi kredi fonksiyonuna sahip değildir. Düzenlenen belgenin ticaret kanunu çerçevesinde çek niteliği taşıyabilmesi için çek kelimesini, kayıtsız ve şartsız muayyen bir bedelin ödenmesi hususunu, ödeme yerini, ödeyenin (muhatabın) ad ve soyadını, keşide gününü ve yerini ve keşidecinin imzasını içermesi gerekmektedir. 6762 sayılı Ticaret Kanununa göre çek görüldüğünde ödenir ve buna aykırı herhangi bir kayıt yazılmamış hükmündedir. Keşide günü olarak gösterilen günden önce ödenmek için ibraz olunan bir çek ibraz günü ödenir. Ancak 5838 Sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 18. maddesiyle 3167 Sayılı Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi Ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkındaki Kanuna geçici 2. madde eklenmiştir. Bu maddede, "31.12.2009 tarihine kadar, üzerinde yazılı keşide tarihinden önce çekin ödenmek için muhatap bankaya ibrazı geçersizdir." hükmüne yer verilmiştir. Bu düzenleme ile çeklere belli bir süreyle vade getirilmiş ve çeklerin keşide gününden önce bankalara ibrazı önlenmiştir. Ancak uygulamada, bu çeklere reeskont ayrılıp ayrılamayacağı konusunda tereddütler oluşturmuştur.

  • Geçici Vergi yönünden yapılan incelemeler sonucunda geçmiş dönemlere ait geçici verginin %10'u aşan tutarda eksik beyan edildiğinin tespiti halinde, eksik beyan edilen bu kısım için re'sen veya ikmalen geçici vergi tarh edilmesi ve mahsup süresi geçtikten sonra, kesinleşen geçici vergilerin terkin edilmesi gerektiği ancak gecikme faizi ve ceza tahsil edileceği Gelir Vergisi Kanununun mükerrer 120.maddesinde belirtilmiştir. Adı geçen kanun hükmünde geçen %10'luk yanılma payının hesaplanması hakkında bazı görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Makalemizin konusunu görüş ayrılıklarının neler olduğu ve idarenin hangi hesaplama yöntemini benimsediği oluşturmaktadır.