VergiRaporu Yazar Fotoğrafı

Vergi Müfettişi

Neslihan İÇTEN İNCE





  • Tam mükellef bir sermaye şirketi veya sermaye şirketi niteliğindeki yabancı bir kurumun Türkiye’deki işyeri ya da daimi temsilcisinin bilançosunda yer alan taşınmazlar ile bilançoda yer alan ve en az iki tam yıl süreyle elde tutulan iştirak hisseleri ya da sahip oldukları üretim veya hizmet işletmelerinin bir veya birkaçının mevcut veya yeni kurulacak tam mükellef bir sermaye şirketine kayıtlı değerleri üzerinden ayni sermaye olarak konulması kısmi bölünme olarak kabul edilmiştir. 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 19/3-b maddesine göre gerçekleşen bölünme işlemlerinden doğan karlar hesaplanmayacak ve vergilendirilmeyecektir. KVK’nın gerekçesinde; kısmi bölünme işleminin vergisiz olarak yapılmasına olanak sağlanarak, işletmelerin daha etkin ve verimli çalışmalarının ve böylelikle aynı şirket bünyesinde yürütülen birden çok hizmet veya üretim faaliyetinin ayrıştırılarak, yeni oluşturulacak işletmelerin belli alanlarda yoğunlaşarak uzmanlaşmasının, verimli ve kârlı kuruluşlar haline getirilebilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir. Buna göre, şirket sermaye yapısını güçlendirmek amacına, yeniden yapılanma yoluyla verimlilik ve karlılığı artırmaya ve belli alanlarda yoğunlaşarak ihtisaslaşmanın gerçekleşmesine hizmet etmeyen devir işlemlerini kısmi bölünme kapsamında değerlendirmek mümkün değildir.

  • VUK'un 324. maddesine göre, alacaklının alacağından vazgeçmesi üzerine borçlu, defterlerinde özel bir karşılık hesabı açıp üç yıl içinde çıkacak zararla mahsup edilmek üzere bu alacağı (borcu) takip edecektir. Bu sürede mahsup edilmeyen karşılık kar hesabına alınacaktır. Alacağın vazgeçildiği işletme bünyesinde, bekleme süresi içerisinde doğan zarar, öncelikle karşılık hesabına alınmış olan vazgeçilen alacaktan mahsup edilecektir. Geçmiş yıl zararları ise kaynağı ne olursa olsun üç yıllık bekleme süresi içinde vazgeçilen alacaktan yani karşılık hesabından mahsup edilemeyecektir.

  • Dernekler, kazanç paylaşma amacı dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak sosyal bir amacı gerçekleştirmek üzere şahıs topluluğu şeklinde, vakıflar ise gerçek veya tüzel kişilerce bir malın belli bir amaca tahsis edilmek üzere mal topluluğu şeklinde kurulmaktadır. KVK?nın 1. maddesinde kazançları bu kanuna göre kurumlar vergisine tabi tutulacak mükellef gruplarına yer verilmiştir. Söz konusu maddenin birinci fıkrasının (ç) bendine göre, dernek veya vakıflar tüzel kişiliği itibariyle kurumlar vergisinin konusu dışında olup, dernek veya vakıfların devamlılık arz eden ticari, sınai veya zirai nitelikte diğer bir ifadeyle bir organizasyona bağlı olarak piyasa ekonomisi içerisinde bedel karşılığı mal alım-satımı, imalatı ya da hizmet ifası gibi bir faaliyetinin bulunması halinde bu faaliyetler nedeniyle oluşacak iktisadi işletmeler nezdinde kurumlar vergisi mükellefiyeti tesis edilmesi gerekecektir.

  • Yurt dışında inşaat, tesisat, montaj, mühendislik, proje ve müşavirlik gibi işlerle faaliyet gösteren şirketlerin geçici ihracat yolu ile yurt dışına aktiflerinde yer alan makine ve teçhizatları göndermeleri uygulamada karşılaşılan bir durumdur. Ancak, geçici olarak ihraç edilen makine teçhizatta amortisman ayrılıp ayrılmayacağı hususu ise tartışmalı olup, konu, 1 seri no.lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliği ile açıklığa kavuşmuştur.

  • Vergi planlama aracı olarak kullanılacak olan şüpheli alacaklar için karşılık ayırmanın koşulları ile karşılığın hangi dönemde ayrılması gerektiğinin yasal çerçevesinin bir uzman eliyle belirlenmesi çok önemlidir. Şüpheli alacak karşılığı ayırma ve dolayısıyla bunu, yıl kazancından düşme tarihinin işletmelerin ihtiyarına bırakılması, onları en çok kâr sağladıkları yılda şüpheli alacak karşılığı ayırma yoluna itecek olup, bu durumun ise yasa koyucunun amacına aykırı düşeceği ve şüpheli alacak karşılığı ayırmada yasal sınırların aşılarak yasal olmayan vergi planlamasını ortaya çıkaracağı kuşkusuzdur.

  • Ticaretin ya da genel olarak ekonomik faaliyetlerin her zamankinden daha fazla ve giderek de hızlanan bir eğilimle uluslararası boyutlar kazanması, yabancı sermaye olgusunu günlük iktisadi kararlarla yönetilebilir olmaktan çıkarmış ve hukuki altyapıların da bu gerçeği kavrayacak biçimde tasarlanmasını zorunlu kılmıştır. Bu itibarla, Kurumlar Vergisi Kanunu'na 6322 sayılı Kanun ile 5/1, a bendinde getirilen iştirak kazançları istisnası ile çifte vergilendirmenin önlenmesi ve 5/1, d bendinde getirilen portföy kazançları istisnası ile sermaye piyasasının teşvik edilmesi amaçlanmıştır. Aynı Kanun'un 5/A bendindeki yeni düzenleme ile de, İstanbul'un uluslararası bir finans merkezi olması yolunda, Türkiye'de kurulacak ve uluslararası fonları yönetecek portföy yönetim şirketleri ve bunların yönettiği yabancı fonlar için teşvik etme niteliği hedeflenmiştir.

  • 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'na göre, yedi gelir unsurundan ilki olan ve Gelir Vergisi Kanunu'nun 37 ile 51. maddeleri arasında yer bulan ticari kazanç, ticaret erbabı tarafından yapılan ticari ve sınai faaliyet kapsamında elde edilen kazançların beyan edilmesi suretiyle vergilendirilmektedir. Gelir vergisinde vergiye tabi gelirin belirlenmesi açısından takvim yılı esas alınmaktadır. Bir takvim yılına ait gelirler ertesi yılın mart ayında beyan edilir. Bu vergilendirme ve beyan sisteminin istisnası ise Gelir Vergisi Kanunu'nun 42, 43 ve 44. maddelerinde yer alan yıllara yaygın inşaat ve onarım işidir. Bu işlerde de elde edilen kazançlar Gelir Vergisi Kanunu'nun ticari kazançlar ile ilgili hükümlerine göre vergilendirilmektedir. Ancak, bu işlerde her yılın gelir ve giderinin takvim yılı esas alınarak belirlenmesindeki güçlük nedeniyle farklı bir vergilendirme rejimi uygulanmaktadır. Ticari kazanç elde eden mükellefler Gelir Vergisi Kanunu'na göre, esnaf muaflığından yararlanan ve gelir vergisine tabi olmayanlar ile esnaf muaflığından yararlanmayan ve gelir vergisine tabi olanlar şeklinde, gelir vergisine tabi olan ticaret ve sanat erbabı ise, kazancın tespit usulü bakımından, basit usulde gelir vergisine tabi olanlar ile gerçek usulde gelir vergisine tabi olanlar şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Bu çalışmamızda, ticari kazancın tespitine ilişkin esaslar, ilgili yasal düzenlemeler doğrultusunda açıklanmaya çalışılacaktır.

  • Bu yazıda, Ba-Bs bildirim formları ile ilgili 396 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile 2010 yılından itibaren uygulamada değişiklikler yapıldığından (Bildirimlerde had düşürülmüş, verilme süresi değiştirilmiş, belgelerin düzenleme tarihinin esas alınması şeklinde belirleme yapılmış) konu değişiklikleri de içerecek şekilde soru-cevap olarak anlatılmıştır.

  • Bu makalemizde; 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nda tanımlanmış olan teslim, teslim sayılan haller ile hizmet, hizmet sayılan haller üzerinde durulacaktır.

  • Bu çalışmada, bilgi toplumu olma yolunda önemli mesafeler kat eden ülkemizin, KDEP içerisinde e-Ticaret başlığı altında yer alan "Elektronik faturanın kullanım usul ve esaslarının belirlenmesine yönelik hazırlık çalışmalarının yapılması" ve "Ticari defterlerin elektronik ortamda tutulması" eylemlerinin hangi aşamada olduğu konuları üzerinde durulacaktır.

  • 21.06.2006 tarih ve 26205 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiş bulunan 5520 sayılı yeni Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 13. maddesinde örtülü kazanç dağıtım konusu "Transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı" başlığı altında yeni hükümlere bağlanmıştır. Değişiklik 5422 sayılı yasa üzerinde yapılmamış, ilk defa 5520 sayılı yeni Kurumlar Vergisi Kanunu çıkarılarak gerçekleştirilmiş olup, transfer fiyatlamasına ilişkin 13. madde hükmü 01.01.2007 tarihinden itibaren geçerlidir. Bu yazımızda, Türk Vergi Sisteminde yerini alan transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtım konusu 5520 sayılı yeni Kurumlar Vergisi Kanunu göz önünde bulundurularak değerlendirilmeye çalışılacaktır.

  • Ülkemizde de son yıllarda vergi istisnası ve muaflıkların daraltılması yönünde adımlar atılmış olsa da bölgesel teşvikler bugüne kadar bu eğilimin dışında kalmıştır . Bu çerçevede; Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin bazı illerinde ve kalkınmada öncelikli yörelerde yeni yatırım sahalarının açılması, buralarda ya ş ayan in s anlarımız için iş ve istihdam imkanlarının artırılması , gelir dağılımının iyileştirilmesi ve diğer bölgelere olan göçün önlenmesi amaçlarıyla, 21 .01 .1998 tarihli ve 4325 sayılı Kanun yürürlüğe konularak, söz konusu bölgelerde çeşitli vergi teşvikleri uygulanmıştır. 4325 sayılı Kanun'la getirilen teşviklerin bazı olumlu etkileri görülmekle birlikte, beklenen sonuçlar alınamamıştır. Bu sonucun ortaya çıkmasında , söz konusu Kanunun yürürlükte bulunduğu dönemde, ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik koşulların önemli ölçüde etkisi olmuştur . Bu nedenle 4325 sayılı Kanun'la hedeflenen amaçların gerçekleşebilmesi için yeni önlemler içeren 5084 sayılı Yatırımların ve istihdamın Teşviki ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun' yürürlüğe konulmuştur. Ancak, 12.05.2005 tarihli ve 5350 sayılı Kanun'la, 5084 sayılı Yatırımların ve istihdamın Teşviki ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanunda kapsam değişikliği yapılmış olup, yazımızda değişiklik ve düzenleme sonrası teşvik müessesesi ele alınacaktır.

  • Vergiler ve vergi teşvikleri, ekonomik ve sosyal politika araçlarının en önemlileri arasındadır. Diğer ülkelere bakıldığında, genel olarak eğilimin, teşvik uygulamalarının artık eski önemini kaybetmesi ve oldukça sınıriandıniması yönünde ise de, özellikle bölgesel teşviklerin hala geniş ölçüde yer bulduğu ve küçük işletmelerin desteklendiği görülmektedir. Özellikle taşıdığı avantajlardan dolayı ekonomik büyürneyi sağlayan Küçük ve Orta Ölçekli işletmeler (KOBi'ler) gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde desteklenmekle ve teşvik edilmektedir. Çünkü, KOBi'ler ülke ekonomisi için çok büyük önem taşımaktadırlar. Küçük işletmeler, değişen konjonktüre daha kolay adapte olabilmekte ve yenilikleri daha kolay hayata geçirebilmektedirler. işletmeler büyüdükçe bürokrasi ve hiyerarşik yapı da büyümekte, bu durum da yenilik ve yaratıcılığa yönelme sürecini uzatmaktadır. Bunun yanı sıra, KOBi'ler daha az yatırımla daha çok üretim ve ürün çeşitliliği sağlamakta, daha düşük yatırım maliyetleriyle istihdam imkanı yaratmakta, teknolojik yeniliklere daha yatkın olmakta, bölgeler arası dengeli kalkınmayı sağlamakta ve ferdi tasarrufları teşvik etmektedirler. KOBi'lerin çok etkin olmayışının altında yatan sebeplerden birisi mevcut ekonomik ortamda "fırsat eşitliği"ne sahip olamayışları olsa gerek ... Ekonomide, KOBi'ler ve büyük işletmeler arasındaki, "fırsat eşitsizliği" ni görmemek mümkün değildir. Birçok alandaki temsil kabiliyeıleri dikkate alındığında büyük işletmeler, KOBi'lere nazaran ezici bir üstünlüğe sahip konumdadırlar. Aynı zamanda "rekabet" ilkesine de aykırı olan "fırsat eşitsizliği"nin "eşitlik" haline getirilmesi, bu alandaki "haksız rekabet"i ortadan kaldıracaktır. Oluşturulacak bu ortam, KOBi'leri örgütlenmede daha etkin hale getirecektir. Bu alanda atılabilecek ilk adım, her iki tarafı da temsil eden organizasyonlar arasında işbirliğinin sağlanması şeklinde olabilir.