Ülkelerin hedefledikleri ekonomik amaçlara ulaşmada kullandıkları mali teşvik türlerinin başında vergi teşvikleri gelir. Mevcut teşvik sistemimizde yer alan vergi teşviklerinden birisi "indirimli kurumlar vergisi" uygulamasıdır. İndirimli kurumlar vergisi vergi mevzuatımıza 28.02.2009 tarihinde girmiştir. İndirimli kurumlar vergisi uygulaması, kazançtan bir indirim değil, vergi oranında bir indirimdir. Bu uygulamada devlet yatırıma yönelik desteğini nakit değil, alması gereken verginin bir kısmından vazgeçmek suretiyle gerçekleştirmektedir. İndirimli kurumlar vergisi uygulaması teşvik belgesine bağlı büyük ölçekli yatırımlar, bölgesel yatırımlar ve stratejik yatırımlara yönelik bir destektir. İndirimli kurumlar vergisi uygulaması teşvik belgesi kapsamında yapılan komple yeni yatırım ve tevsi yatırım türündeki yatırımlarda geçerlidir. Tevsi yatırım, mevcut bir yatırıma üretim hattı veya makine ve teçhizat ilavesiyle kapasitenin artırılmasına yönelik olan ve mevcut tesis ile alt yapı müşterekliği oluşturarak bir bütün teşkil eden yatırımlardır. Bu çalışmada öncelikle mevcut teşvik sistemi, indirimli kurumlar vergisi uygulamasından bahsedilmiştir. Sonrasında ise tevsi yatırımlarda indirimli kurumlar vergisinin nasıl uygulandığı ve uygulamada karşılaşılan bazı sorunlara değinilmiştir. Konunun anlatımı sırasında gerekli yerlerde örnekli açıklamalara yer verilmiştir.
Tüm dünyada vergicilik konusunda bilinen en önemli sözlerden birisini, Fransa'da XIV. Louis'in Maliye Bakanı Jean Baptiste Colbert (1619-1683), "Vergileme sanatı, kazı bağırtmadan, ondan mümkün olduğu kadar fazla tüy almaktır" şeklinde sarf etmiştir. Prof. Dr. Şükrü Kızılot'un da ifade ettiği gibi bu söz bizde de, çok tutmuş bir sözdür. Bu doğrultuda, bazı deyimler geliştirilmiştir. "Kümesteki kazlar", "kümesin dışındaki kazlar", "yaban kazları" gibi. Bazen de, yeni bir vergiye ya da mevcut vergi yüküne tepki gösterilirken, "kazın üzerinde yolunacak tüy kalmadı" gibi benzetmeler kullanılıyor* 1. Aslında tüm bunlarla anlatılmaya çalışılan verginin tabana yayılmadığı, bir başka ifadeyle mükellef sayısının artmadığı ve mevcut mükellefler üzerindeki vergi yükünün sürekli bir biçimde arttığıdır. Özellikle dolaysız vergiler olan, gelir ve kurumlar vergisi mükellef sayısı ile beyannameli mükellef sayılarının azlığı bu konunun en önemli yanını oluşturmaktadır. Türkiye, son on yılda başta milli gelirde meydana gelen artış olmak üzere, ihracat, enflasyon düşüşü, doğrudan yabancı sermaye girişi gibi ekonomideki pek çok alanda önemli gelişmeler kaydetti. Doksanlı yıllardaki koalisyon hükümetleri döneminde yaşanan siyasi istikrarsızlıkların beraberinde getirdiği ekonomik istikrarsızlıklar, Türkiye'de birbiri ardına ciddi ekonomik krizlerin yaşanmasına yol açtı. 5 Nisan1994 krizi, Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri bunların en önemlilerinden olmuştur. Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri sonrasında gidilen 3 Kasım 2002'deki erken genel seçim sonucunda oluşan tek partili iktidar yapısının ortaya çıkardığı siyasi istikrar aynı şekilde ekonomiyi de yansıdı. İçeride yaşanan siyasi istikrar dış konjonktürde meydana gelen olumlu etkilerle de birleşince Türkiye, uzun yıllardan sonra ilk kez ciddi bir ekonomik istikrar yakaladı. Bu ekonomik istikrarla birlikte hızla krizden çıkarak çok önemli ekonomik başarılara imza attı ve üst üste büyüme rekorları kırdı. Nitekim bugün Türkiye, son verilere göre dünya ekonomi liginde yirminci sırada yer almaktadır. Kuşkusuz bu süreçte artış gösteren bir başka gösterge de ülke nüfusunda meydana gelen artıştır. 2002 yılında 66 milyon olan Türkiye nüfusunun, bu yılsonu itibariyle 75 milyona yaklaşması bekleniyor. Bir başka ifadeyle geçen on yıllık süre zarfında Türkiye nüfusu yaklaşık yüzde 14 arttı. Nüfustaki bu artışın kamu maliyesi boyutundaki yansımasının görülebileceği en önemli saha mükellef sayılarındaki artış olarak okunabilir. Peki, nüfusumuzdaki bu artış acaba vergi mükellefi sayısında da paralel bir biçimde artışa yol açtı mı? Maalesef rakamlar bunun hiç de böyle olmadığını gösteriyor.