193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun 70. maddesinde gayrimenkul sermaye iradının tarifi yapılmış ve aynı maddede yazılı mal ve hakların sahipleri, mutasarrıfları, zilyetleri, irtifak ve intifa hakkı sahipleri veya kiracıları tarafından kiraya verilmesinden elde edilen iratların gayrimenkul sermaye iradı olduğu belirtilmiştir. Aynı kanunun 72. maddesi uyarınca kiracı tarafından gayrimen- kulü genişletecek veya iktisadi değerini devamlı surette artıracak şekilde gayrimenkule ilave edilen kıymetler kira müddetinin sonunda bedelsiz olarak kiralayana devrolunduğu takdirde, bu kıymetler kiralayan bakımından, bu tarihte diğer bir ifade ile devir tarihinde aynen tahsil edilmiş kira bedeli olarak kabul edileceği hüküm altına alınmıştır. Böyle bir durumda kiracının GVK 94. madde de sayılan kişilerden olması halinde tevkifatın yapılıp yapılmayacağı, yapılacaksa ne zaman ve hangi tutar üzerinden yapılacağı konusunda sorun yaşanmaktadır. Bu makalenin amacı da bu sorunların çözümüne yorum getirmektir.
16 Eylül 2009 tarih ve 27351 sayı ile resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 20102012 dönemini kapsayan Orta Vadeli Programda ekonomide büyümeyi ve mali dengelerdeki iyileşmeyi kalıcı hale getirecek kapsamlı bir yapısal reform programı uygulamaya konulacağı belirtilmiştir. Bu yapısal reformlar ve tedbirler çerçevesinde gerek rekabet gücünün artırılmasına yönelik gerekse Maliye Politikasının bir ayağını oluşturan Kamu Gelir Politikası çerçevesinde vergi kaybının diğer bir ifade ile kayıtdışılığın azaltılması hedeflenmektedir.
Tevkifat yöntemi bir tahsil yöntemi gibi sunulsa da son yıllardaki gelişmeler ona ayrı bir vergilendirme tekniği vasfını kazandırmıştır. Tevkifat yapılmış bazı gelir unsurlarının belirli şartlarda beyanı gerekirken bazı durumlarda ise beyanı gerekmemektedir. 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 86. maddesinde gelirin toplanmayacağı haller düzenlenmiştir. Tevkifata tabi tutulmuş gelirlerin beyanı gerekmediği bu hallerde, tevkifat yöntemi vergileme tekniği olmaktadır. Bu gelir unsurlarından birini de gerçek usulde vergilendirilmeyen zirai kazançlar oluşturmaktadır.
Küreselleşme sürecinin hızla devam ettiği günümüzde nihai bir vergileme tekniği olarak kullanılabilen tevkifat yönteminin önemi giderek artmaktadır. Küreselleşmenin keskinleştirdiği rekabet olgusu ve hızlı kalkınma hamleleriyle çağı yakalama zorunluluğu, gelişmekte olan ülke hükümetlerinin yabancı yatırımları ülkeye çekecek politikalar üzerinde yoğunlaşmasına neden olmaktadır. Günümüzde gelişmekte olan ülkeler gelişmiş ülkelerle aralarındaki gelişmişlik farkını kapatabilmek ve rekabet güçlerini arttırabilmek amacıyla vergi indirimleriyle sonuçlanan vergi reformlarına yönelmişlerdir. Gelişmekte olan ülkeler vergi oranlarını aşamalı olarak düşürürken bir taraftan da vergi sistemlerini karmaşık hükümlerden arındırarak vergi mükelleflerinin vergiye gönüllü uyumunu destekleyen, vergi yönetim maliyetlerini azaltan önlemlere yönelmişlerdir. İşte bu bakımdan nihai bir vergileme tekniğiolarak kullanılabilen tevkifat yöntemi ülkelerin vergi sistemlerini basitleştiren, yabancı yatırımcıların vergi ile ilgili ödevlerini en aza indiren ve vergi yönetim maliyetlerini azaltan bir uygulama olması bakımından tercih edilebilir bir yöntem olarak nitelendirilebilir. Öte yandan küreselleşme sürecine bağlı olarak uluslar arası düzeyde vergi sorunları ortaya çıkmaktadır. Çifte vergilendirme olarak adlandırılan bu sorunun çözümünde ülkeler ikili anlaşmalara gidilmektedir. Bu amaçla yapılan ikili anlaşmalar dar mükelleflere uygulanacak tevkifat oranlarını da doğrudan etkilemektedir.
Vergi guvenliğine yonelik bu uygulama ilk olarak 21.07.1985 tarihinde, 15 nolu KDVGT ile yurtdışından sa.lanan hizmetlerde uygulanmaya başlanmıştır. Daha sonra 21.03.1986 tarihinde GVK?nun 18. maddesine giren işlerde ve 16.12.1988 tarihinde 30 no?lu KDVGT ile de kiralama işlemlerinde ve reklam verme işlemlerinde sorumluluk uygulaması kapsamında tevkifat yapılmasına başlanmıştır.
Vergi cezaları ile vergi yasalarının gereklerinin zamanında ve kurallara uygun yerine getirilmesi amaçlanmaktadır. Vergi borçlarının zamanında ve eksiksiz ödenmesi gerçekleştirilerek bir yandan hazinenin vergi kaybı önlenmekte diğer yandan kamu hizmetlerinin finansmanı için gerekli fonlar sağlanmış olmaktadır. Ancak bu amaçların gerçekleştirilmesi için cezai yaptırımlar tek başına yeterli olmamaktadır.Bu nedenle devlet yasal alacaklarını bir an önce tahsil edebilmek için uyguladığı bu cezai yaptırımlarda indirime gidebilmektedir.Türk vergi sistemi içerisinde yer alan vergi cezalarında indirim müesseseleri uygulamalarının , cezalarla amaçlanan hedeflere ulaşmada ne derece etkili olduğu bu makalenin konusunu oluşturmaktadır .
Devlet ve benzeri kurumların üstlendikleri fonksiyonları yerine getirmek veya içinde bulundukları koşulların zorunlu kıldığı önlemleri almak üzere ödeme gücü olanlardan güçleriyle orantılı olarak alınan karşılıksız , zorunlu ve nihai ödemelere vergi denilmektedir. Vergiler, serbest piyasa ekonomisinin geçerli olduğu ülkelerde temel gelir kaynağıdır. Değişen devlet anlayışına bağlı olarak, devletin üstlendiği görev ve sorumlulukları gereği harcamaları nın artması sonucu, beraberinde temel gelir kaynağı olarak vergi gelirlerininde arttırılmasını zorunlu kılmaktadır . Vergi gelirlerinin arttırılması genel olarak ya yeni vergilerin konulması ya da mevcut vergi oranlarının arttırılması şeklinde yeni vergisel düzenlemeler ile olmaktadır. Ancak çağdaş vergicilik anlayışında vergiyetaraf olan devletin böyle düzenlemeler gitmeden önce verginin diğertarafı olan mükelleflerin tutum ve davranışlarını dikkate alması ve değerlendirmesi gerekmektedir. Diğer bir ifade ile vergi gelirlerinin arttırılması amacıyla yapılacak düzenlemelerde devlet, mükellefler ile uyum içerisinde olmalıdır.