Anonim şirketlerin kuruluşlarında veya sermayelerini arttırdıkları sırada çıkardıkları payların itibari değerini aşan kısmı emisyon primi olarak anılmakta ve Kurumlar Vergisi Kanunu?nun 5/1-ç bendi hükmü gereği kurumlar vergisinden istisna edilmektedir. Ticaret Kanunumuza göre emisyon primi ?genel kanuni yedek akçe? niteliğindedir. Emisyon priminin ortaklara dağıtılmasını engelleyen hüküm Türk Ticaret Kanunu?nda sınırlı bir şekilde vardır. Ancak toplam yedek akçelerin nominal sermayenin yarısını aşması halinde aşan kısım şirket yetkili organlarınca, ortaklara dağıtım yapmak dahil istenildiği şekilde kullanılabilir.
DİİB sahibi mükelleflerin, 3065 sayılı Kanunun Geçici 17'nci maddesi kapsamında temin ettikleri malzemeleri kullanarak ürettikleri malların, Kanun'un 11/1-c maddesi kapsamında ihraç kayıtlı teslimleri sonrasındaki iade edilecek KDV konusunda, KDV Genel Uygulama Tebliği ile yeni bir düzenleme yapılmıştır. Buna göre; Geçici 17'nci madde kapsamında teslimde bulunan DİİB sahibi mükelleflerin iadesini talep edeceği KDV tutarı, ihraç kaydıyla teslim nedeniyle hesaplayıp tahsil etmediği KDV tutarından, bu malların üretimi için Geçici 17'nci madde kapsamında temin ettiği mallar (girdiler) nedeniyle ödemediği KDV tutarı düşüldükten sonra kalan tutardan fazla olamaz.
5520 sayılı KVK'nın 5'inci maddesinde kurumlar vergisinden istisna edilen kazançlar düzenlenmiştir. Taşınmaz ve iştirak hissesi satış kazancı istisnası bunlardan biridir. İstisnanın amacı kısaca, kurumların mali bünyelerinin güçlendirilmesidir. KVK'nın 5/1-e maddesinde belirtilen istisna şartları yerine getirildiğinde, taşınmaz ve iştirak hisselerinin satışından doğan kazançların %75'lik kısmı kurumlar vergisinden istisna edilecektir. Kurumların taşınmaz ve iştirak hisseleri ile Kanun'da belirtilen diğer senetlerin satışından zarar doğması halinde ise bu zararın, kurum kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınıp alınmayacağı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır.
6322 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un* 1 9 uncu maddesiyle Gelir Vergisi Kanunu'nun (GVK)2 89 uncu maddesinin birinci fıkrasına ve 36'ncı maddesiyle de Kurumlar Vergisi Kanunu'nun (KVK)3 10 uncu maddesine eklenen hükümlerle, yüksek katma değer yaratma potansiyeli olan hizmetler için yeni vergi teşvikleri getirilmiştir. Kanunun gerekçesinde bu husus şu şekilde ifade edilmiştir; "hizmet ihracı yoluyla ülke ekonomisinin uluslararası rekabetçiliğinin artırılması, yeni ihracat alanlarının oluşturulması, istihdam imkânlarının yaratılması ve nitelikli işgücünün Türkiye'de istihdamının artırılarak sürdürülmesinin desteklenmesi amacıyla, yüksek katma değer yaratma potansiyeli olan hizmetler için yeni bir teşvik unsuru ihdas edilmiş ve yurt dışında yerleşiklere yüksek katma değerli hizmet veren işletmelere vergisel açıdan teşvikler getirilmiştir." Gelir İdaresi Başkanlığı konuyla ilgili usul ve esasları 7 Seri No'lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliğinde4 açıklamıştır. Çalışmamızda konu hakkında getirilen yeni düzenleme ve uygulamaya ilişkin usul ve esasların nasıl olacağına dair açıklamalarımıza yer verilecektir.
Amortismanlar VUK'un "Değerleme" başlıklı üçüncü kitabının üçüncü kısmında yer almaktadır. Çalışmamızın ilk bölümünde "mevcutlarda amortisman" uygulamasına ayrıntılı olarak değindikten sonra "alacaklarda ve sermayede amortisman" uygulaması üzerinde durulacaktır.
Katma Değer Vergisi Kanunu (KDVK)'nun* 1 13'üncü maddesine, 4369 sayılı Kanun'la eklenen (d) bendi uyarınca; yatırım teşvik belgesi sahibi mükelleflere, belge kapsamında yapılan ithal ve yerli makine ve teçhizat teslimleri, 01.08.1998'den itibaren katma değer vergisinden (KDV) müstesna tutulmuştur. Madde gerekçesinde de yer aldığı üzere, her ne kadar yatırım teşvik belgesi sahibi mükelleflerin bu kapsamdaki alışları için yüklendikleri vergileri indirim konusu yapmaları mümkün ise de; özellikle yeni yatırımlarda katma değer yaratılması uzun sürdüğünden ve bu süre zarfında yüklenilen vergilerin, fiilen indirimi mümkün olmadığından, bu durum finansman sıkıntısına yol açmakta idi. Bu nedenlerle, yatırımcıların finansman sıkıntılarının hafifletilmesi ve yatırımların teşvik edilmesi gerekçeleriyle teşvik belgeli yatırımlarda önemli bir girdi olan makine ve teçhizatların bu mükelleflere teslimi, KDV'den müstesna tutulmuştur. Bu yazımızda, Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 13/d maddesiyle getirilen teşvik belgeli malların katma değer vergisi istisnası karşısındaki durumu ve istisnaya ilişkin uygulama esasları ile özellik arz eden hususlar ayrıntılı olarak açıklanmaya çalışılacaktır.
Çalışmamızda tam sorumluluk gerektiren, yurt dışından temin edilen hizmetlerdeki KDV uygulaması ve konu ile ilgili özellik arz eden hususlar üzerinde durulacaktır.
Bilindiği üzere, damga vergisinin konusunu, hukuki ve ticari işlemler sebebiyle düzenlenen kâğıtlar teşkil etmektedir. Kişiler arasındaki bu tür ilişkilerin her geçen gün artması, bu işlemler sebebiyle düzenlenen kâğıtların sayısını da o ölçüde arttırmıştır. Damga vergisi geniş bir uygulama alanı bulunan, o nedenle de mükellefiyetlerin izlenmesi ve kontrolünün sağlanmasında büyük güçlükleri de içinde barındıran bir vergidir. Bu özelliği nedeniyle damga vergisinin, kendi içinde bazı kontrol usullerine bağlanmasına ve mecburiyetleri taşımasına gerek duyulmuştur. Damga Vergisi Kanunu'nun* 1 24 - 27'nci maddelerinde bununla ilgili esaslar düzenlenmiştir. Kanuna sorumlulukla ilgili bu hükmün getirilmesinin nedeni, verginin alınmasında kolaylık ve pratiklik sağlanmasıdır. Buna göre, vergi tahsilatının kolaylaştırılması için kanunun kendi içinde vergiye tabi kâğıtlarla ilgili olarak işlem yapan kişi ve kuruluşlar için bazı sorumluluk ve mecburiyetler getirildiği gibi bu sorumluluğa damga vergisinin mükellefleri dışındaki kişiler de dahil edilmiştir. Vergiye tabi kâğıtları ibraz edenleri buna örnek olarak verebiliriz. Çalışmamızda damga vergisindeki sorumluluk uygulaması ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
Dünyayı bütünleşmiş, ulusal sınırlardan arındırılmış tek bir pazar haline getiren "küreselleşme" ile birlikte, ülkeler arasında yoğunlaşan ekonomik ilişkiler beraberinde ciddi bir ekonomik rekabet getirmiştir. Bu rekabet ortamı içerisinde ülkeler, ekonomilerine döviz girişini artıracak tedbirler arama yoluna gitmişler ve döviz kazandırıcı faaliyetleri teşvik edici uygulamalar gündeme gelmiştir. Ülkemizde de ihracatı teşvik edecek, ulusal ekonomiye döviz girişi sağlayacak tedbirler alma yoluna gidilmiştir. Makalemizde, yukarıda sözü edilen teşvik mekanizmalarından birisi olan döviz kazandırıcı işlemlerde damga vergisi istisnasını anlatmaya çalışacağız.
Gelir Vergisi Kanunu'nun (GVK) 70'inci maddesinde yazılı mal ve hakların sahipleri, mutasarrıfları zilyetleri, irtifak ve intifa hakkı sahipleri veya kiracıları tarafından kiraya verilmesinden elde edilen iratlar, gayrimenkul sermaye iradıdır. Buna göre GVK'nın 70'inci maddesinde sayılan binaların sahipleri tarafından kiraya verilmesinden elde edilen gelirler de gayrimenkul sermaye iradı olmaktadır. Söz konusu binaların, mesken (konut) ya da işyeri olarak kiraya verilmesinden elde edilen gelirin hesaplanması ve beyanı farklılık arz etmektedir. Makalemizde, 2010 yılında binaların mesken ve işyeri olarak kiraya verilmesinden elde edilen gelirin hesaplanması, beyanı ve bu konuda özellik arz eden hususlar ele alınacaktır.
Bu çalışmamızda, işle ilgili olarak yapılan yurtiçi ve yurtdışı seyahat giderlerinin kurum kazancından hangi koşullar dahilinde indirilip indirilemeyeceği hususunu, söz konusu giderlerin belgelendirilmesini ve harcırah uygulamasını ilgili Kanun hükümleri çerçevesinde açıklamaya çalışacağız.
Bu çalışmamızda tevkifata (stopaj) tabi tutulan işyeri kira gelirlerinin, yıllık gelir vergisinden mahsubu, iadesi ve uygulamada karşılaşılan sorunlara ilişkin değerlendirmelerimize yer verilecektir.
Vergi kanunlarımızda, ekonomik kaynakların daha verimli kullanılmasını sağlayacak birleşme işlemini kolaylaştırmak amacıyla, birtakım vergi avantajları tanınmıştır. Biz de bu çalışmamızda devir yoluyla birleşmeyi (vergisiz birleşme) ele alacak ve başta KVK olmak üzere vergi kanunları yönünden sağlanan vergi avantajlarını açıklamaya çalışacağız.
İki ya da daha fazla kişi arasında birbirine uygun irade açıklamalarıyla yapılan bir hukuki işlem olarak tanımlayabileceğimiz sözleşmeler (mukavelenameler), DVK'ya ekli (I) sayılı tabloda vergiye tabi olan kağıtlar arasında yer almakta olup DVK'ya ekli (I) sayılı tabloya göre binde 8,25 oranında damga vergisine tabi bulunmaktadır. Damga vergisine tabi olan kağıtlar içerisinde önemli bir yer tutan sözleşmelerin süresinin uzatılması ile sürenin kendiliğinden uzaması hallerinin damga vergisi karşısındaki durumu yazımızın konusunu oluşturmaktadır.
Tasfiye halindeki kurumlar için 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun4 (KVK) 17'inci maddesinde özel bir tarh zamanaşımı esası öngörülmüştür. Bahsi geçen maddede; "Bir yıldan fazla süren tasfiyelerde tarh zamanaşımı, tasfiyenin sona erdiği dönemi izleyen yıldan itibaren başlar" hükmü yer almıştır. Bu çalışmamızda yukarıda belirtilen yasal hükümler çerçevesinde tasfiye halinde zamanaşımını, tarh zamanaşımı ve tahsil zamanaşımı olarak ele alıp örnekler vermek suretiyle açıklayacağız.
Türkiye'de ticari faaliyette bulunan şirketlerin içerisinde aile şirketleri önemli bir paya sahiptir. Sermaye birikiminin yetersiz olması dolayısıyla şirketler genelde düşük sermayeler ile kurulmaktadırlar. Sermayenin yeterli olmaması durumunda yapılan gider ve ödemeler için ister istemez ortaklar cari hesapları kullanılmaktadır. Şirketlerin ortaklarıyla ticari ilişkiye girmelerinde tabi ki bir sakınca yoktur. Ortaklarından ödünç para alabilir ve ortaklarına ödünç para verebilir. Bu ticaretin bir gereği olup ticari teamüller içerisinde yapıldığı sürece hiçbir sorun teşkil etmeyecektir. Ancak ortakların ve şirketlerin Türk Ticaret Hukukumuz açısından ayrı birer kişilik olarak değerlendirilmesi ve Kurumlar Vergisi Ka- nunu'ndaki "Transfer Fiyatlandırması Yoluyla Örtülü Kazanç" hükümleri dikkate alındığında, ortaklar cari hesabının kullanımı önem kazanmaktadır. Çalışmamızda ortaklar cari hesabının işleyişi genel olarak anlatıldıktan sonra, Kurumlar Vergisi Kanunu'nda yer alan Transfer Fiyat- landırması Yoluyla Örtülü Kazanç Dağıtımı çerçevesindeki değerlendirmelerimize yer verilecektir.
Yazımızda 5811 sayılı Bazı Varlıkların Milli Ekonomiye Kazandırılması Hakkında Kanun genel hatlarıyla açıklanacak, olası tereddütler ve önerilerimize yer verilecektir.
Tasfiye haline giren kurumların vergilendirilmesinde hesap dönemi yerine tasfiye dönemi geçerli olur ve tasfiyenin zararla kapanması halinde tasfiye sonucu, önceki tasfiye dönemlerine doğru düzeltilir ve anılan dönemlerde fazla ödenen vergiler mükellefe iade olunur. Bu şekilde zararların geriye doğru mahsubu sadece tasfiye işlemlerinde vardır. Bu makalemizde genel olarak tasfiye konusuna değinildikten sonra tasfiye işlemlerindeki zararların geriye doğru mahsubunu örnekler yardımıyla açıklamaya çalışacağız.
Kamuoyu tarafından "Mortgage Yasası" olarak bilinen 5582 sayılı 'Konut Finansmanı Sistemine İlişkin Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun', 06.03.2007 tarihli 26454 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Söz konusu Kanun ile İcra ve İflas Kanunu, Sermaye Piyasası Kanunu, Finansal Kiralama Kanunu, Toplu Konut Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu, Gider Vergileri Kanunu, Harçlar Kanunu, Damga Vergisi Kanunu, Katma Değer Vergisi Kanunu ve Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunda önemli değişiklikler yapılmıştır. Biz bu çalışmamızda Gider Vergileri Kanunu çerçevesinde konut finansmanı sistemi kapsamında yapılacak işlemlerde, banka ve sigorta muameleleri vergisi (BSMV) istisnası uygulamasına ve 06.03.2007 tarihinden önce düzenlenmiş olan konut kredisi sözleşmeleri dolayısıyla ödenen banka ve sigorta muameleleri vergisinin iadesinin söz konusu olup olmayacağına ilişkin açıklamalara yer vereceğiz.
Vergi kanunlarında vergilendirme ile ilgili olarak, mükelleflere bazı avantajların sağlandığı görülmektedir. Bu avantajlardan biri de, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun (VUK) 328 ve 329'uncu maddelerinde yer alan yenileme fonu uygulamasıdır. Söz konusu uygulama ile mükelleflere, amortismana tabi iktisadi kıymetlerin satışından veya doğal afetler nedeniyle alınan sigorta tazminatları dolayısıyla doğan karın , belli şartlarla "yenileme fonu" adı altında pasifte geçici bir hesapta tutmalarına izin verilmektedir. Buna göre, satılan veya doğal afetler dolayısıyla hasara uğrayan iktisadi kıymetlerin yenilenmesi, işin mahiyetine göre zaruri bulunur veya bu hususta işletmeyi idare edenlerce karar verilmiş ve teşebbüse geçilmiş olursa bu takdirde, satıştan elde edilen eden kar, yenileme giderlerini karşılamak üzere, pasifte geçici bir hesapta azami üç yıl süre ile tutulabilmektedir. Yani, yenileme fonu uygulaması ile mükelleflere, bazı şartlar altında, belirli bir süre verginin ertelenmesi imkanı verilmektedir. Bu çalışmamızda, mükelleflere vergilendirmede bir avantaj sağlayan yenileme fonu uygulaması genel hatlarıyla açıklanacaktır.
3065 sayılı Katma Değer Vergisi (KDV) Kanunu'nun 9'uncu maddesinde belirtilen vergi tahsil güvenliğini sağ lamaya yönelik olarak tevkifat uygulamasında olduğu gibi, benzer amaçlarla KDV'de özel matrah şekilleri uygulaması getirilmiştir. Özel matrah şekilleri Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 23'üncü maddesinde düzenlenmiştir. Bu madde kapsamında getirilen düzenleme ile bir kısım işlemler için özel matrah şekli belirlenmiş ayrıca Maliye Bakanlığı ' na işin mahiyetini göz önünde bulundurarak özel matrah şekilleri belirleme konusunda yetki verilmiştir. Anılan bu yetki uyarınca Maliye Bakanlığı bazı işlemler için özel matrah şekilleri ön görmüştür . Uygulanmakta olan özel matrah şekillerine tabi işlemlerde Katma Değer Vergisi, mükellefin teslim bedeli yerine nihai teslim bedeli esas alınarak bir safhada hesaplanmaktadır. Böylece bütün safhalarda yaratılan Katma Değer Vergisi, nihai satış bedelinin dikkate alınması sonucu bir defada beyan edilerek ödenmektedir. KDV Kanunu'nun 23'üncü maddesi ile aynı maddenin Maliye Bakanlı ğ ı ' na verdiği yetkiye dayanılarak düzenlenen "özel matrah şekilleri" yazımızda ayrıntıları ile açıklanacaktır .
Tüzel kişiler, şirketin kendiliğinden feshini gerektiren nedenler (şirket amacının elde edilmesi, birleşme vb.), iradi fesih nedenleri (genel kurul tarafından şirketin feshine karar verilmesi vb.) ve şirketin mahkeme kararıyla feshini gerektiren nedenler (şirket alacaklılarının talebi vb.) ile infisah eder veya feshedilirler. Tüzel kişiliği haiz olan kurumlar da bu şekilde sona ereceklerdir. Sona eren şirket; diğer bir şirketle birleşme, devir alınma vb. haller hariç tasfiye haline girer. Tasfiye, sözlük anlamı olarak; bir ticaret kuruluşunun batması , kapanması vb. sebepler üzerine hesapların kesilmesi, alacaklılara, ortada kalan mal ve paradan payiarına düşen miktarın verilmesi, likidasyonı demektir. Vergi hukuku açısından ise tasfiye, kurum tüzel kişiliğinin sona erdirilmesi amacıyla borçların ödenmesi, alacakların tahsil edilmesi ve varlıkların ortaklara dağıttimasını ifade eder? Bu nedenle tasfiye kavramı, vergi hukuku yönünden kurumlar vergisi mükelleflerinin vergi mükellefiyetierinin sona ermesi çerçevesinde ele alınması gereken bir kavramdır . Bilindiği üzere 5520 sayılı yeni Kurumlar Vergisi Kanunu, 21.06.2006 gün ve 26205 Sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yazımızın konusunu, yeni Kurumlar Vergisi Kanun'unda yer alan tasfiye hükümlerinin, eski Kurumlar Vergisi Kanun'unda yer alan hükümlerle karşılaştırmalı olarak açıklanması oluşturmaktadır.
5281 sayılı "Vergi Kanunlarının Yeni Türk Lirasına Uyumu ile Bazı Kanunlarda Değişikli k Yapılması Hakkında Kanun " un 30'uncu maddesi ile menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araç l arından elde edilen gelirlerin vergilendirilmesinde, 01.01 .2006 tarihinden itibaren, yeni bir vergileme rejimine geçilmiştir. Vergi uygulamaları nın basitleştirilmesine ve vergi mevzuatının Yeni Türk Lirasına uyumlaştırılmasına yönelik hükümler içeren 5281 sayılı Kanunla Gelir Vergisi Kanunu'na (GVK) eklenen geçici 67'inci maddede, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçlarından elde edilen gelirlerin vergilendirilmesinde tevkifat usulü benimsenmiş olup, bunlardan elde edilen gelirlerin %15 oranında gelir vergisi tevkifatına tabi tutulması öngörülmüştür . Geçici 67'inci maddeye göre yapılacak tevkifat kapsamına menkul kıymet yatırım fon ve ortaklıklarının portföy işletmeciliğinden doğan kazanç ları da dahil edillmiş olup, fon ve ortaklıklardan elde edilecek gelirler ise tevkifat kapsamı dışında bırakılmıştır . Bu yazımızda; 5281 sayılı Kanun sonrası menkul kıymetler yatırım fon ve ortaklıklarının ne şekilde vergilerneye tabi tutulacağı eski hükümlerle karşılaştırmalı olarak açıklanacaktır .