VergiRaporu Yazar Fotoğrafı



SİMPLE HESAP 2





  • Yeminli mali müşavirler tarafından yürütülen mesleki faaliyetler şahsi emek ve mesai ile mesleki bilgi birikimine dayanmakta ve meslek mensuplarınca şahsi sorumluluk altında yürütülmektedir. İlgili Kanunlar çerçevesinde kendisine yetkiler tanınan yeminli mali müşavirler, devletin denetim yükünü azaltmaları ve taşıdıkları sorumluluk açısından son derece önemli bir role sahiptirler. Meslek mensuplarının faaliyetlerini gerekli mesleki özeni göstererek yürütmeleri büyük önem taşımaktadır. Bu çerçevede çalışmamızda katma değer vergisi iadelerine ilişkin yeminli mali müşavir incelemelerinin haksız iadeyi önlemedeki etkinliğini bozan hususlar ve öneriler detaylı bir şekilde ele alınmıştır.

  • İnternetin hızla yaygınlaşması, elektronik ticareti, ticari işlemlerin yürütülmesinde yeni ve çok etkin bir araç haline getirmiştir. Bu çalışmamızda, her geçen gün önemi artan elektronik ticaretin özelliklede yabancı kişi ve kurumlar tarafından internet üzerinden verilen hizmetlerin vergilendirilmesinde yaşanan sorunlar ile katma değer vergisi kanununda yapılması gereken düzenlemeler ele alınmıştır.

  • Katma Değer Vergisi Kanunu?nda oldukça ayrıntılı şekilde düzenlenmiş, çoğu sıkı şekil şartlarına bağlanmış; askeri, sosyal, kültürel ve ekonomik amaçlı ya da teşvik amaçlı birçok alanda istisna yer almaktadır. Tam istisna kapsamındaki işlemlerde yüklenilen katma değer vergileri, kanundaki genel esaslar çerçevesinde hesaplanan katma değer vergisinden indirilir ancak yüklenilen vergilerin hesaplanan vergilerden fazla olduğu durumlarda indirilemeyen kısım iade edilebilir. Kısmi istisna kapsamındaki işlemlerde yüklenilen katma değer vergileri hesaplanan katma değer vergisinden indirilemez, indirilemeyen bu vergi gider veya maliyet olarak dikkate alınabilir. Bahsedilen KDV iadesi ve gider/maliyet olarak kabul edilebilme durumları esasen kanun koyucunun KDV?nin işleyişindeki aksamaları telafi etmesinin birer yoludur. Katma değer vergisinde istisna yerine sıfır oranlı vergi uygulaması da bu işleyiş aksamalarına bir alternatif olarak sunulabilir. Böyle bir uygulamadan etkilenecek yegâne aktörler ise katma değer vergisi mükellefleri, mali idare ve siyasi karar mekanizmalarıdır.

  • Düz oranlı KDV rejiminin arkasında iki temel saik vardır: Birincisi özellikle küçük mükelleflere kayıt düzeninde basitlik sağlayarak vergi uyum maliyetini düşürmek; ikincisi ise sahte belge kullanımını engellemektir. Rejime tabi mükelleflerin, istisnalar hariç, indirim hakkının kaldırılması özellikle ikincisine hizmet edecektir. Öte yandan, bu sistemde normal defter kayıt düzeni devam etmektedir. Sistemin özünü oluşturan husus, KDV indirim mekanizmasının rejim dışındaki mükellefler için kaldırılmamasıdır. İşletmelerin kayıt altına alınabilen vergilendirilebilir geliri olduğu sürece neredeyse her zaman ödenecek KDV doğacaktır. Çünkü gelire sektörlere göre değişen düz oran uygulanarak net KDV hesaplanmaktadır. Ülkemizde benimsenmesi halinde en büyük zorluk, optimum sektörel vergi oranlarının tespitinde yaşanacaktır. Vergi idaresinin bu süreçte sektör temsilcileriyle yakın işbirliği içerisinde olması faydalı olacaktır.

  • 1980' li yıllardan itibaren kamu gelirlerinin büyük bir çoğunluğunu, her ülkede farklı oran ve yapıda ya da mal ve hizmet vergisi adı altında uygulanan katma değer vergileri oluşturmaktadır. 1960'lı yılların sonlarında bu vergiyi uygulayan 10 ülke bile yokken, günümüzde bu rakam 160' ları aşmıştır. Katma değer vergisinin bu kadar popüler hale gelmesinin nedenleri arasında ise katma değer vergisinin önemli birtakım özellikleri bulunmaktadır. Bu özelliklerden bazıları; verginin tarafsızlığı, ekonomik ve mali etkinliği, idari imkanları, küresel avantajları ve vergiye uyuma olan etkileridir.

  • Kamusal ihtiyaçların karşılanmasında kamusal mal ve hizmetlerin sunumu için kamusal harcamalar yapmak durumunda olan devletler, söz konusu harcamalar için vergi gibi sağlam kamu gelirlerine ihtiyaç duymaktadır. Harcamalar üzerinden alınan vergilerden biri olan Katma Değer Vergisi (KDV) ise dünya çapında genel kabul görmüş vergiler arasında yer almaktadır. Dolaylı vergilerin en tipik örneklerinden birini oluşturan KDV?nin hasılat olarak ele alındığında adil mi yoksa etkin bir şekilde mi uygulanması gerektiği sorusu gündemden hiç düşmemektedir. Adil bir uygulama için oran farklılaştırmalarına gidilmesi etkinlik için de hukuki düzenlemelerin yapılması Türkiye ve Avrupa Birliği (AB) açısından değerlendirildiğinde birçok farklılıkların ortaya çıktığı görülmektedir. Çalışmada özellikle Türkiye için uygulamalarda da daha adil ve daha etkin bir KDV yapısının oluşturulması kapsamında öncelikle sorunlar ele alınmaktadır. AB ile karşılaştırmalar yapılarak KDV?nin kamu gelirleri ve GSYH içindeki payına yer verilmektedir.

  • Mal ve hizmetlerin üretiminden tüketimine kadar geçen üretici, tüketici, yarı toptancı, perakendeci gibi her aşamada katılan değer üzerinden alınan, her aşamada matrahı katma değer olan ve sonunda tümü tüketici üzerine kalan bir vergi olan Katma Değer Vergisi (KDV) dünyada 60 yıl önce uygulanmaya başlanmıştır. İlk olarak Avrupa Ekonomik Topluluğu?na üye ülkeler tarafından kullanılmaya başlanan KDV, kısa zamanda yayılmış ve günümüzde 166 ülke tarafından kullanılır hale gelmiştir. Ülkemizde 1985 yılı itibariyle vergi sistemimize dâhil olan KDV, uygulanmaya başlandığı tarihten itibaren vergi gelirlerine büyük oranda katkı sağlamıştır. Buna rağmen en çok eleştirilen vergi kanunlardan olan KDV?nin, yatırımı teşvik eden, bu yönüyle işletmeler üzerinde külfet olarak kalmayacak şekilde, yeniden ele alınması gerekliliği ortaya çıkmaktadır.

  • 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 29. maddesine göre mükelleflerin indirim mekanizmasından yararlanması için kendilerine düzenlenen belgelerin; muteber bir belge olması ve kanununda yazılı diğer şartları sağlaması gerekmektedir. Sahte belge kavramı 213 sayılı Vergi Usul Kanunun 359. maddesinde tanımlanmıştır. Madde metninden hareketle; yasal süre içerinde kanuni defterlere kaydedilen ve indirim konusu yapılan KDV; gerçekte yüklenilen bir vergi olmadığından indirim konusu yapılamayacaktır. Ayrıca yüklenilen KDV listesinde yer alsa dahi iade alınması mümkün olmayacaktır. Mükelleflerin, tevkifata tabi mal veya hizmet alımlarının sahte fatura ile belgelendirilmesi durumunda; tevkifattan arta kalan tutarın indirim ve yüklenim hesaplarından çıkarılması gerektiği düşünülmektedir. Ayrıca sahte belge düzenleyicileri açısından komisyon gelirinin hesabında tevkifattan arta kalan tutarın esas alınması gerektiği düşünülmektedir.

  • Çalışmamızın konusu, 7104 sayılı Kanun ile Katma Değer Vergisi Kanununda yapılan son değişiklikler çerçevesinde zayi olan veya istisna kapsamında teslim edilen amortismana tabi iktisadi kıymetlere ilişkin olarak amortismana tabi iktisadi kıymetin alışında yüklenilen katma değer vergisinin durumunun değerlendirilmesidir.

  • Küreselleşme, teknolojik gelişmeler ve özellikle internetin yaygınlaşması ticareti daha kolay ve hızlı yapılabilir hale getirmiştir. Dolayısıyla, tüketiciler için alış-veriş bir tuş kadar yakınlaşmıştır. Günümüzde internet alışverişin en popüler ve tercih edilen yöntemidir. Bu açıdan internet insanlar için adeta bir alış-veriş merkezi haline gelmiştir. Yurt içi ve yurt dışı alışveriş arasındaki farklılıklardan biri de vergilendirmede ortaya çıkmaktadır. Çalışmada, internet üzerinden yurt dışından satın alınarak posta veya hızlı kargo yoluyla gelen eşya ve vergilendirilmesi ele alınmıştır. Anahtar Kelimeler: Posta, Hızlı Kargo, Vergilendirme,Tek ve Maktu Vergi, Vergi Muafiyeti JEL Sınıflandırması: H20, K34, R11

  • 25.10.2017 tarih ve 30221 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu ile 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu yürürlükten kalkmış ve iş mahkemelerine tek istisna hariç başvuru şartı olarak arabuluculuk getirilmiştir. İşçi ve işveren haklarını korumak için önem arz eden İş Mahkemeleri’ne yükünün azaltılabilecek olması ve daha hızlı işleyecek olması yönünden “Arabuluculuk” olumlu bir değişiklik olarak çalışma yaşamına girmiş bulunmaktadır. 01.01.2018 tarihinden itibaren işçi – işveren alacağı ve tazminatı ile işe iade talebiyle açılan davalarda arabuluculuk dava şartı haline geldi. Diğer bir ifadeyle arabulucuya gidilmeden dava açılamayacak. İşçiler; kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, kötü niyet tazminatı, eşitliğe aykırılık tazminatı, sendikal tazminat, mobbing tazminatı, ücret, prim, ikramiye, fazla mesai ücreti, yıllık izin ücreti, hafta tatili ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti ve benzeri işçilik alacakları ile ilgili dava açmadan, arabulucuya gideceklerdir.Kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, kötü niyet tazminatı, iş sözleşmesinin eşit davranma ilkesine aykırı davranılmasından kaynaklanan tazminatta zaman aşımı süresi (dava açmak için) 10 yıldan 5 yıla düşürülmüştür.

  • Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliği’nde ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiş olan kısmi tevkifattan doğan katma değer vergisi iadesinin, vergi güvenlik müessesesi kapsamında var olması kısmi tevkifat iade mekanizmasının önemli hale gelmesine neden olmuştur. Ayrıca kanun koyucunun kısmi tevkifatta sektörler bazında bazı önlemler getirmesi ve iade almanın şartlarını sıkı kurala bağlaması da vergi alacağını güvence altına almaya çalıştığının bir göstergesi olduğu şeklinde yorumlanmaktadır. Bu çalışmamızda mükelleflerin kısmi tevkifattan doğan iadelerle ilgili takip etmeleri gereken yol ve iade süreci ile kanun koyucunun vergi alacağını güvence altına almak amacıyla bu iade sürecindeki getirmiş olduğu usuller ele alınmıştır.

  • Hizmet akdiyle çalışan işçiye sosyal bakımdan uygun bir yaşama biçimini asgari düzeyde sağlaması amacıyla verilen asgari ücret üzerinden hesaplanan vergi ve benzeri mali yükümlülükler ile işverenin istihdam etmiş olduğu her bir işçi için katlanmak zorunda olduğu fiskal yükümlülüklerden oluşan asgari ücret üzerindeki vergi takozu, toplam işgücü maliyeti ile işçinin eline geçecek net ücret arasında ciddi bir fark meydana getirerek toplam işgücü maliyetlerinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Bu çalışmamızda; Türkiye’de vergi takozunun ve asgari ücretin işsizlik üzerindeki etkileri 1989SY01- 2016SY02 dönemi için ekonometrik olarak incelenecek olup çalışmanın, işsizliğin nedenleri arasında yer alan vergi takozuna politika yapıcılarının dikkatlerini bir kez daha konu üzerine çekecek olması yönüyle literatüre bir katkı sağlayacağı düşünülmektedir.

  • Bu çalışmada mali alan yaratma açısından vergi harcamalarının rolü tartışılmıştır. Çalışmanın birinci bölümünde; mali alan tanımlanarak mali alan yaratma yolları anlatılmıştır. İkinci bölümde mali saydamlık ilkesi ve bütçe tasarısına eklenen vergi harcama cetvelleri, bu cetvelde yer alması gerekirken dışarda bırakılan, muafiyet, istisna ve indirimler ile diğer uygulamalara yer verilmiştir. Vergi harcamalarının ekonomik ve sosyal faydaları anlatılmıştır. Üçüncü bölümde ise OECD ülkeleri ve Türkiye’de vergi harcamaları araştırılarak Türk vergi sisteminde istisna, muafiyet ve indirim vb. bazı konulara tanınan bu istisna ve muafiyetlerin verilip verilmemesi konusu tartışılmıştır

  • Kurumlar vergisinde kooperatiflere tanınan muafiyet hükümlerinde,7061 sayılı Kanun ile yapılan değişikliklerin amacı ile değişiklik öncesi ve sonrası farkın, amaçsal yorum açısından 7061 sayılı Kanun Gerekçesi, tarihsel yorum açısından yürürlükten kaldırılan 5422 sayılı Kanun hükümleri ile ikincil düzenlemelerde yapılan değişiklikler ve öğretide konuyla ilgili ortaya konulan görüşlerin yardımıyla açıklanması çalışmamızın konusunu oluşturmaktadır.

  • Geçtiğimiz yıllar içerisinde ekonomi gündeminde en sık yer alan konulardan birisi, Avrupa Birliği’nin (AB) çok uluslu şirketlerle olan vergi mücadelesiydi. Çok uluslu şirketlerin vergiden kaçınmak için yapmış oldukları agresif vergi planlamaları AB kamuoyunun da ilgisini çeken bir konuydu. Bu kapsamda, Avrupa Komisyonu mevcut Birlik kuralları çerçevesinde çok uluslu şirketlerle bir mücadeleye girişmiş olup, elindeki en önemli silahı AB devlet yardımları kurallarıdır. Bu çalışmanın amacı, Avrupa Komisyonu’nun, üye ülkeler nezdinde gerçekleştirdiği vergisel boyutlu devlet yardımları incelemelerinin anlaşılmasına katkı sağlamaktır.

  • Vergi, devletin kamu harcamalarını karşılamak üzere, mükelleflerin ödeme güçlerine göre, karşılıksız, kanunda belirlenen miktar ve oranlarda, hukuki cebir altında alınan parasal ödemeleri içermektedir. Hukuk devletinin işleyişinde yasalar esas olduğundan, verginin de mutlak yasal olması zorunludur. Vergide her ne kadar zorunluluk olsa da devlet vergi alacağını zor kullanmak yerine bu konuda, çeşitli kolaylık sağlayıcı düzenlemelerle vergiye uyum ve vergide gönüllük konusunda bir kültür yaratmaya çalışması gerekmektedir. Bu çalışmada devletin vergi gelirlerini mükelleflerin yasal veya yasa dışı faaliyetlerinden temin ederken özellikle kişisel tutum, davranış ve durumları göz önünde tutarak yaptığı düzenlemeler ve bunun etkileri kapsamında idare ve mükellef ilişkileriyle şekillenen mükellef tiplemesi ve çeşitleri hakkında genel bir değerlendirme yapılması hedeflenmiştir.

  • Ülkemizde solar sektörü giderek büyümektedir. Yakın zamanda uygulanması beklenen ev çatı modeli santrallerle herkesin kendi elektriğini üretmesi ve fazlasını şebekeye satması sağlanacaktır. Bu modelin uygulanmasıyla ülkemiz elektrik politikasında kökten bir değişim beklenmektedir, ancak uygulamanın önünde halen bir kısım bürokratik engeller mevcuttur. Vergi mevzuatımız sektörün önündeki en büyük engel olup, bu çalışmamızın konusunu ev çatı modeli güneş santrallerinin vergi kanunları karşısındaki sorunları ve çözüm önerileri oluşturmaktadır.

  • Mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununda ultra vires ilkesine yer verilerek, ticaret şirketlerinin, dolayısıyla anonim ile limited şirketlerin hak ve borç ehliyetleri şirket sözleşmesinde yazılı işletme konusu ile sınırlandırılmıştı. Anonim ile limited şirketlerinin fiil ehliyetlerinin şirket sözleşmesinde yazılı işletme konularıyla sınırlı olduğu anlamına gelen bu ilke, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu ile 1 Temmuz 2012 tarihinden itibaren kaldırılmıştır. Anılan tarihten itibaren, anonim ile limited şirketlerin hak ehliyetlerinin sınırını işletme konusu çizmemektedir. Bunun yanında, TTK ile anonim ile limited şirketin yönetim organlarında köklü değişikliklere gidilmiştir. Bu çalışmada, 6102 sayılı yeni Türk Ticaret Kanununun anonim ile limited şirketin yönetim ve temsili ile bu yetkilerin devrine dair düzenlemeleri ve ultra vires ilkesinin kaldırılmış olmasının her iki şirket türünde yetki aşımına etkileri ele alınmaktadır.

  • Vergilemede iktisadi etkinlik ve adalet ilkeleri, vergilerin ödenme şekilleri, vergi oranları ve mükellefler üzerine yansıtılacak matrahlara kadar bütün vergileme süreci içerisinde mühim bir yer teşkil etmektedir. Vergileme ilkeleri bağlamında vergilemede iktisadi etkinliğin ve vergilemede adaletin birbirleri ile çatışan ilkeler olduğu kabul edilmektedir. İdeal vergi yapısının oluşturulabilmesi için birbirleri ile çatıştığı varsayılan bu iki ilkenin göz önünde bulundurularak toplumun istek ve tercihlerini yansıtması gerekmektedir. İdeal vergi yapısından uzaklaşılması durumunda mükellefler vergi kaçakçılığı benzeri faaliyetler ile kayıt dışı ekonominin artmasına neden olabilecek ve bu durum neticesinde vergi yapısı uzun dönemde daha da kötüleşecektir. Vergi yapısı ve kayıt dışı ekonomi temelinde hareket eden bu çalışmamızda kayıt dışı ekonominin azalmasına bağlı olarak hem vergilemede iktisadi etkinliğin hem de vergilemede adaletin iyileştirilebileceği gösterilmeye çalışılmıştır. Bu bakımdan ideal vergi yapısının oluşması için kayıt dışı ekonomi ile mücadele ayrıca bir önem kazanacaktır.

  • Ticari ve/veya zirai kazançları üzerinden vergilendirilen mükelleflerin, vergilemede adalet ilkesi çerçevesinde vergilendirilebilmelerini sağlamak amacıyla kanun koyucu tarafından birçok hukuki düzenleme yapılmaktadır. Söz konusu düzenlemelerden biri de mükelleflerin tahsil edemedikleri kazançları üzerinden vergilendirilmelerini önlemek amacıyla 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 323’ üncü maddesi ile düzenlenen “Şüpheli Alacak” müessesesidir. Makalemizde, “Şüpheli Alacak” uygulamasından yararlanılabilmesi için, bahse konu uygulamanın düzenlendiği kanun maddesinde belirtilen şartlar ile ilgili önem arz ettiğini düşündüğümüz özellikli hususları, kanuni düzenlemeler ve Maliye İdaresi tarafından verilmiş olan özelgeler çerçevesinde açıklayacağız.

  • Türk Vergi Sisteminde 1950 yılından önce uygulanan sedüler kazanç vergisinin kaldırılıp, üniter, çağdaş bir vergi sisteminin kurulması amacıyla Alman profesör F. Neumark öncülüğünde kurulan vergi komisyonu, esnaf ve sanatkârların ayrı bir vergi kanunu ile vergilendirilmesini benimsemiş, bu kapsamda hazırlanan ?Esnaf Vergisi Kanunu? 1949?da yasalaşarak 01.01.1950 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Yeni üniter vergi sisteminin temelini oluşturan 5421 sayılı Gelir Vergisi Kanunu da aynı tarihte yürürlüğe girmiş, esnafın tamamı 5421 sayılı GVK'da gelir vergisinden muaf tutulmuştur. Bu düzenlemeyle GVK'da ilk kez yer verilen esnaf muaflığı uygulamasında amaç, esnafın tamamının vergiden muaf tutulması değil, iki ayrı kanunla çifte vergilemenin doğmasının önlenmesidir. Ancak, zaman içinde Esnaf Vergisi Kanunu yürürlükten kaldırılmış, GVK'daki esnaf muaflığı ise kapsamı daraltılarak günümüze kadar uygulanmaya devam etmiştir. 1950 yılından günümüze kadar değişen sosyoekonomik koşullar, esnaf muaflığı düzenlemesinin yeniden gözden geçirilmesi ihtiyacını doğurmuştur. Bu kapsamda, esnaf muaflığı uygulaması, güncel gelişmeler çerçevesinde yeniden düzenlenmeli, uygulamada karşılaşılan sorunlar çözülmelidir.

  • 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununda holding şirketlerin hangi şirket türünde kurulacağına dair bir hüküm bulunmamakla birlikte söz konusu Kanun?da sadece holding şirketlerin kuruluş amacı ifade edilmiş ve amacın başka işletmelere katılmak olduğu belirtilmiştir. Bu yazımızda taşınmaz ve iştirak hisselerinin satışını gerçekleştiren holdinglerin Kurumlar Vergisi Kanunu?nun 5/1-e maddesinde yer alan istisna hükümleri karşısındaki durumları ele alınacaktır.

  • Maliye Bakanlığı ile Gümrük ve Ticaret Bakanlığınca birlikte çıkarılan Tebliğler ile e-defter konusunda düzenlemeler yapılarak yürürlüğe konulmuştur. Bu düzenlemelere göre E-defter ve e-fatura kayıtlarının tutulduğu bilgi işlem sistemlerinin haczedilmesi mümkün bulunmaktadır. Mükelleflerin e-defterlerinin alacaklı tarafından yaptırılan haciz sonucunda defterlerin ibraz edilmemesi açısından mücbir sebep hali geçerli olduğundan, defterlerin ibraz edilememesi nedeniyle mükellefe özel usulsüzlük cezası da dahil olmak üzere hiçbir şekilde ceza kesilemeyecektir. Diğer taraftan, e-defter tutan mükelleflere, iradesi dışındaki herhangi bir sebeple e-defter kayıtlarının kaybı halinde, Gelir İdaresi Başkanlığı?ndan izin alarak yeniden defter oluşturma imkânı tanındığından, bu imkandan yararlanan mükellefler açısından, yeniden e-defterin oluşturulması mümkün ise, bu mükellefler açısından e-defterin ibraz edilmemesi söz konusu olmayacaktır. Bu nedenle kağıt ortamda tutulan defterlere göre e-defterlere ayrıcalık yaratılmış bulunmaktadır. Ayrıca e-defterlerin kağıt ortamında ibraz edilmesi de hukuken mümkün değildir. Bu makalemizde; elektronik defterlerin haczedilebilmesi, bunun vergisel sonuçları ve yapılması gerekenler üzerinde durulacaktır.

  • Sermaye şirketlerinden biri olan limited şirketler, piyasada anonim şirketler kadar önemli bir yere sahiptir. Bu bağlamda 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı YTTK ?nu ile limited şirketlerde birçok değişiklik yapılmıştır. Bu değişikliklerin çoğu ise anonim şirket hükümlerine atıf yapılmak suretiyle düzenlenmiştir. Limited şirketler bu atıflar dolayısıyla bağımsız bir sermaye şirketi niteliğine kavuşamamıştır. Limited şirketin temsilini düzenleyen hükümler birçok yönden eksik kalmıştır ve anonim şirket hükümleri de bu eksikliği giderememiştir. Bu çalışmada YTTK ?nu kapsamında limited şirketin kanuni temsilcilerinin (müdürlerinin) kimler olduğu temsilcilerin görev süresinin dolması halinde şirketi kimlerin temsilci olarak idare edeceği hususlarına değinilecektir.

  • İşçi olarak (5510/4-a. maddesi kapsamında) çalışan anneler için; 16 haftalık normal doğum izninden sonra 60, 120 veya 180 günlük yarım çalışma hakkı, doğumdan sonra kullandıkları 60, 120 veya 180 günlük yarım çalışma durumunda çalışamadıkları süreler için yarım çalışma ödeneği hakkı, çocuğun okul çağına kadar bir defalığına kullanılmak üzere kısmi çalışma hakkı getirilmiştir. Memur olarak (5510/4-c. maddesi kapsamında) çalışan anneler için; 16 haftalık doğum izninden sonra 2, 4 veya 6 aylık yarım çalışma hakkı, çocuğun okul çağına kadar yarım çalışma hakkı ve boşta kalan süreleri borçlanma hakkı getirilmiştir.

  • 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununa göre uzun süreden beri anonim şirketlerin kanunen gerekli organlarından biri olan yönetim kurulunun mevcut olmaması veya genel kurulun toplanamaması halinde pay sahipleri, şirket alacaklıları veya Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinden şirketin feshini talep edebilir. İstem üzerine mahkeme, yönetim kurulunu da dinleyerek şirketin durumunu kanuna uygun hale getirmesi için bir süre belirler. Bu süre içinde durum düzeltilmezse, mahkeme şirketin feshine karar verir. Mahkeme ayrıca, taraflardan birinin istemi üzerine gerekli önlemleri de alabilir. İşte bu çalışmada, son düzenlemeler ışığında organ eksikliği nedeniyle anonim şirketlerin feshi hususu detaylı olarak ele alınmış ve değerlendirilmiştir.

  • Sermaye şirketlerinde anonim ve limited şirketler için en önemli unsur sermayedir. Şirketler belli miktarda sermaye ile kurulur ve faaliyetlerine başlar. Şirketlerin kuruluş aşamasında sahip olması gereken asgari sermaye tutarları Türk Ticaret Kanunu?nda belirtilmiştir. Şirketlerin kuruluş aşamasında sahip oldukları sermayede zaman içerisinde çeşitli zorluklarla karşılaşıldıkça kayıplar olmakta bu durum kanunen şirketin kendiliğinden sona ermesine bile neden olmaktadır. Nitekim sermayelerinin üçte ikisini kaybeden şirketler ya sermayenin üçte biri ile faaliyetlerine devam etme kararı alacaklar ya da sermayelerini tamamlama kararı alacaklardır. Aksi takdirde şirket kendiliğinden sona erecektir. Ayrıca, Kanun şirketin borca batık olması durumunda yönetim kurullarına çeşitli görevler yüklemiştir. Bu makalemizde Türk Ticaret Kanunu?na göre anonim ve limited şirketlerin sermaye kaybı ve borca batıklık durumu irdelenecektir.

  • Sermaye şirketlerinin kuruluş amacı kâr elde etmek ve elde edilen kârı şirket ortaklarına dağıtmaktır. Yatırımcılar ise kâr payı geliri elde etmek, bedelsiz sermaye artırımlarından faydalanmak gibi amaçlarla sermaye şirketlerine yatırım yaparlar. Ancak; ülkemiz uygulamasına bakıldığında, genellikle sermaye şirketlerinin kâr dağıtımı gerçekleştirmediği, kurum kazançlarının kar yedeği olarak şirket bünyesinde tutulduğu görülmektedir. Ticaret Kanunu ve Sermaye Piyasası Kanunu ile yasal dayanağını bulan kâr payı avansı müessesesi; şirket ortaklarının dağıtılabilir kârdan hisselerine düşen payı önceden elde etmelerini sağlamaktadır. Sermaye piyasasına yapılacak yatırımların arttırılması ve kâr payının korunmasını amaçlayan kâr payı avansı müessesesinin muhasebeleştirilmesi ve vergilendirilmesi de bir o kadar önem arz etmektedir

  • İş sağlığı ve güvenliği konusu, günümüz çalışma hayatı ve çalışma hukukunun önemli bir boyutunu oluşturmaktadır. İş sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alınarak uygulanması, iş kazaları ve meslek hastalıklarının azaltılması işçiler, işverenler ve nihayet sosyal güvenlik sistemleri için önemli sonuçlar ortaya koyar. Dolayısı ile, ilgili sorunların çözümünde iş mevzuatı ile ilgili çeşitli reformlar yapılmış ve bunun sonucunda ?İş Güvenliği Uzmanlığı? adı altında yeni bir meslek grubu doğmuştur. Günümüzde birçok kişi bu mesleği iş mevzuatı işe ilgili kanunlar ve yönetmelikler doğrultusunda ifa etmekte ve karşılığında kazanç elde etmektedirler. Elde edilen kazançların doğru ve adil bir biçimde vergilendirilmesi ise vergi mevzuatının konusuna girmektedir.

  • Vergi, kamu harcamalarının finansman kaynağını karşılama noktasında, kamu (devlet) gelirlerini oluşturan en önemli finansman kaynağıdır. Devletin, vergi/vergileme ile ilgili hedefi; vergilenebilir tüm ekonomik kaynakları vergilendirmek, yani vergi gelirlerinde maksimizasyonu sağlamak ve vergi gelirlerinde meydana gelebilecek azalmayı/kaybı önlemek, diğer bir ifadeyle vergi gelirleri kaybını minimize etmektir. Devletin, bu hedefini gerçekleştirmek için; çıkarmış olduğu yasalar, izlediği bir takım stratejiler ve uyguladığı bazı politikalar olmakla beraber, ulaşmak istediği bu hedefe varması noktasında; vergi bilincinin, vergi uyumunun ve vergi ahlâkının (etiğinin) büyük katkısı vardır. Vergi etiğinin oluşmasında etkili olan bir takım faktörler bulunmaktadır. Söz konusu faktörler; psikolojik ve sosyolojik faktörler, mali ve ekonomik faktörler, sosyal sermaye faktörleri, politik faktörler, kurumsal ve yönetimsel faktörler ve demografik faktörlerdir. Bununla beraber, demografik faktörler ise; Yaş faktörü, medeni durum faktörü, cinsiyet faktörü, meslek ve eğitim durumu faktörü şeklinde sıralanabilir. Bu çerçevede; vergi etiğinin oluşmasında etkisi bulunan faktörlerden, demografik faktörlerin açıklanması bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır.

  • Tarhiyat öncesi uzlaşma müessesesi ile mükellefler, kendileri ile ilgili olarak yürütülen vergi incelemesi sonucuna istinaden, nihai tarhiyat yapılmadan önce belli şartlar dâhilinde üzerlerine salınan vergiden indirim oranı uygulanmak sureti ile bu haktan faydalanmaktadırlar. Vergi incelemesi sonucu tarhiyata maruz kalan mükellefler uzlaşma talebinde bulunmakta ve Tarhiyat Öncesi Uzlaşma komisyonlarında uzlaşma işlemleri gerçekleşmektedir. Gerçekleştirilen uzlaşma görüşmelerinde uzlaşma randevusu, uzlaşma görüşmeleri, kırtasiyecilik, ulaşım, indirim oranları vb. hususlarda mükellef ve vergi idaresi arasında sıkıntılar meydana gelmekte ve kaynak israfı ortaya çıkmaktadır. Bu ise beraberinde bazı tereddütlere sebebiyet vermekte ve çözüme ilişkin mevzuat düzenlemelerini zorunlu kılmaktadır.

  • Türk Uluslararası Gemi Siciline kayıtlı gemilerin ve yatların işletilmesinden ve devrinden elde edilen kazançlar gelir ve kurumlar vergisinden istisna edilmiştir. 6770 sayılı Kanun ile istisna uygulamasına yönelik olarak bir takım değişiklikler yapılmıştır. Gemi ve yatların kiralama sözleşmeleri kapsamında işletilmesi durumunda istisna uygulaması açısından farklılık bulunmaktadır. Bu farklılık ile söz konusu değişiklik sonrası istisna uygulamasının nasıl olacağı çalışmamızın konusunu oluşturmaktadır.

  • Araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) çalışmaları sürdürülebilir kalkınmanın yapı taşlarıdır. Bu sebepledir ki Ar-Ge çalışmaları devletimizin teşvik yapıları içinde yer alır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin Ar-Ge çalışmalarına daha fazla önem göstermesi, rekabet avantajı elde etmesi açısından gereklidir. Bu çalışmalar oldukça maliyetli olduğundan hem parasal hem teknik açıdan desteklenmesi gerekmektedir. Ar-Ge çalışmalarını teknoloji geliştirme bölgelerinde yapmanın büyük avantajları vardır. Bunlar arasında gelir ve kurumlar vergisi kazanç istisnası, gelir vergisi stopaj desteği, damga vergisi ve emlak vergisi istisnası yer almaktadır. Bu avantajlardan teknoloji geliştirme bölgelerinde faaliyet gösteren firmalar, bu firmalarda çalışanlar ve yönetici şirketler faydalanacaktır. Ayrıca üretilen mallar açısından da önemi yadsınamayacak olan KDV istisnası mevcuttur. Bu çalışmada, 2016 yılında gelen yeni düzenlemeler ışığında 4691 Sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanununda yer alan avantajlar detaylıca incelenmiştir.

  • Hukuken önceden genel tebliğ veya sirküler ile yapılan bir tali düzenlemenin kaldırılması veyahut da kaldırıldıktan sonra yerinin doldurulmaması, mükellefler nezdinde bir boşluk ve serbesti izlenimi uyandırmaktadır. Ancak bu durum bir boşluk değil; asli düzenleme olan kanuna dönüş ve kanuni şartların İdare tarafından yeterli ve yerinde görülmesi demektir. Özel hesap dönemine tabi mükellefler açısından katma değer vergisi indiriminde, takvim yılı mı özel hesap döneminin mi geçerli olacağı düşüncesi bu durumdan ortaya çıkmıştır. Önceki tali düzenlemelerde, İdare tarafından özel hesap dönemine tabi mükelleflerin KDV indirimlerinde takvim yılını değil özel hesap dönemini dikkate alacakları belirtilmiştir. Daha sonraki düzenlemelerde ise bu açıklama kaldırılmıştır. Mevcut uygulamaya göre, mevzuatta özel hesap döneminde KDV indiriminin takvim yılı esasına bağlı olduğu kanuni şartı benimsenmiştir.

  • Vergi incelemelerinde defter ve belge siteme yazılarının muhatabına çeşitli nedenlerle tebliğ edilememesi sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Böyle bir durumla karşılaşılması halinde ilgili yazının muhatabına tebliğ edilememesi ve muhatabın bir takım müeyyideyle karşı kaşıya kalmaması düşünülemez. Aksi durumda tüm ödev ve sorumluluklarını yerine getiren ve mevcut adreslerinde ulaşılabilen bir mükellef incelenirken kayıplara karışanın incelenmemesi vergi adaletini zedeleyecektir.

  • Sanayi bölgeleri, özellikle Sanayi Devriminin getirdiği yenilikler ve gelişmeler ile birlikte önem kazanmış ve organize sanayi bölgeleri, planlı sanayileşmenin bir parçası olarak ortaya çıkmıştır. Bu bakımdan, hem sanayinin gelişimini hızlandırması, istihdam sağlaması, nitelikli işgücünü artırması, uluslararası rekabet gücünü ve ihracatı yükseltmesi gibi yönleriyle hem de çevre ve kentleşme sorunlarını önleme gibi fonksiyonları çerçevesinde önemli bir kalkınma ve planlama aracı olması dolayısıyla organize sanayi bölgelerine yönelik olarak çeşitli teşvik ve destekler sağlanmıştır. Çalışmada, öncelikle organize sanayi bölgeleri teorik boyutta ele alınmış; Türkiye?deki gelişimi ortaya konulmuş; teşvik ve vergi mevzuatı çerçevesinde Türkiye?de organize sanayi bölgelerine sağlanan destekler, sanayinin geliştirilmesi ve üretimin desteklenmesi amacıyla yapılan son yasal düzenlemeler de dikkate alınarak incelenmiş ve değerlendirilmiştir. Bununla birlikte, organize sanayi bölgelerine sağlanan teşvik ve desteklerin, bu bölgelerin gelişiminde ne derece etkili olduğu irdelenmiş, gerek organize sanayi bölgeleri gerekse teşvikler açısından ne gibi sorunlarla karşı karşıya kalındığı da çalışma kapsamına dahil edilerek sorunlara ilişkin değerlendirmelerde bulunulmuştur.

  • Devlet ile birey arasında kurulan ilişkinin en önemli bağlarından biri, şüphesiz vergidir. Kurulan bu ilişkinin sağlıklı bir şekilde yürümesi, her şeyden önce bireylerin ödedikleri vergide kendilerine adil davranıldığını hissetmelerine bağlıdır. Vergi yükünün bireyler arasında dengeli ve eşit bir biçimde dağıtılması anlamına gelen vergi adaletinin sağlanması, maliye politikasının başlıca amaçları arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Uygulamada teknik ve teorik açıdan vergi adaletini gerçekleştirmeye yönelik geliştirilen çalışmaların temel dayanağını ?ödeme gücü ilkesi?, ?vergide genellik ve eşitlik ilkesi? oluşturmaktadır. Bu bağlamda; vergilemede artan oranlı tarife, en az geçim indirimi ve ayırma kuramı gibi mekanizmalardan yararlanılmaktadır. Bu mekanizmalar en iyi sübjektif karakterli bir vergi olan gelir vergilerinde uygulama imkânı bulmaktadır. Bu nedenle, ülkelerin vergi sistemlerinde yer alan gelir vergisinin toplam vergi gelirleri içindeki konumu ve durumu bu mekanizmaların ne denli etkin kullanılıp/kullanılmadığı veya vergide adaletin sağlanıp/sağlanamadığı hususunda bilgi edinilmesini sağlamaktadır.

  • Noter hakkında görevden el çektirme kararı verilmesi halinde, noterin noterlik sıfatı kesin hüküm verilinceye kadar devam etmekte ancak, soruşturma veya kovuşturma kesin bir kararla sonuçlanıncaya kadar noterlik işleri noter vekili eliyle yürütülmektedir. Bu durum, soruşturma veya kovuşturma süresi boyunca noterler tarafından yerine getirilmesi gereken vergisel yükümlülüklerin noterin bizzat kendisi mi yoksa vekil noter tarafından mı yerine getirileceği sorunsalını da beraberinde getirmektedir. Bu çalışmamızda görevinden el çektirilen noterler ile yerlerine tayin edilen vekil noterlerin vergisel yükümlülükleri detayları ile ele alınmıştır.

  • 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol yasası ile bütçe; ?Belirli bir dönemdeki gelir ve gider tahminleri ile bunların uygulanmasına ilişkin hususları gösteren ve usulüne uygun olarak yürürlüğe konulan belge? şeklinde ifade edilmiştir. Kanun?un amacı, kalkınma planları ve programlarda yer alan politika ve hedefler doğrultusunda kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde elde edilmesi ve kullanılmasını, hesap verebilirliği ve malî saydamlığı sağlamak üzere, kamu malî yönetiminin yapısını ve işleyişini, kamu bütçelerinin hazırlanmasını, uygulanmasını, tüm malî işlemlerin muhasebeleştirilmesini, raporlanmasını ve malî kontrolü düzenlemek olarak belirlenmiştir. Cinsiyete dayalı bütçeleme ise kadın erkek eşitliğini güçlendirmek veya eşitsizlikleri azaltmak amacıyla bütçe sürecinin tüm aşamalarına eşitlikçi bir bakış açısı kazandırılmasını ifade etmiştir. Cinsiyete duyarlı bütçe anlayışı ile, kadınların ekonomi alanında görünür kılınması sağlanmaya çalışılmıştır. Çalışmada cinsiyet eşitsizliği ile ilgili protokollere değinilmiş, bununla ilgili anayasamızda yer alan hükümlere yer verilmiş ve cinsiyete dayalı bütçeleme kavramına tanımlama getirilerek, toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının gerekliliği açıklanmaya çalışılmıştır.

  • 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 114?üncü maddesinin birinci ve dördüncü fıkrasının uygulaması damga vergisinde önemli bir konudur. Bu iki fıkranın birbiriyle benzerlikleri ve farkları, açıklanması gereken konuların başında gelmektedir. Özellikle bu iki fıkranın uygulamasında zaman kavramıyla değişen bazı parametreler (Vergiden istisna edilen kâğıtların vergi kapsamına alınması, damga vergisi oranının değişmesi vb.) cevaplanması gereken soruları da beraberinde getirmektedir. Bu çalışmamızda damga vergisini genel hatlarıyla ortaya koymaya çalışacağız. Daha sonra, değişen bu parametrelerin Vergi Usul Kanunu?nun 114?üncü maddesinin birinci ve dördüncü fıkrasının uygulanmasında ne gibi farklılıklar oluşturduğunu açıklamaya çalışacağız.

  • 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden itibaren ülkemizde limited şirketlerin, tek ortaklı olarak kurulması ya da sonradan tek ortaklı hale dönüşmesi mümkün hale gelmiştir. Ancak, tek kişilik limited şirketlerde bu ortağın ölümü, kural olarak şirketin sona ermesi ve tasfiye edilmesi sonucunu doğurmaz. Bu halde, limited şirketin esas sermaye payları, kanun gereğince miras yoluyla ortağın mirasçılarına geçer. Tek ortağın ölümü sonrasında miras hukukunun kuralları çerçevesinde müteveffanın mirasçıları, miras payları oranında limited şirketin yeni ortakları olurlar. Bu çalışmada, tek kişilik limited şirketlerde ortağın ölümü sonrasında şirketin geleceği, öğretideki görüşler çerçevesinde tüm yönleriyle irdelenmiş ve değerlendirilmiştir.

  • Şirketler topluluğu ticaret hukuku özelinde yeni bir kavramdır. Daha önceleri holding olarak adlandırılan şirketler topluluğunun, ticari alandaki sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Ticaret şirketlerinden farklı yasal düzenlemelere tabi olan bu topluluklar, ekonomik/yasal avantajları sayesinde, günümüz koşullarında daha cazip hale gelmişlerdir. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu günümüzde çok yaygın olan şirketler topluluğu müessesini hüküm altına alarak ticari yaşamda önemli bir boşluğu doldurmuştur. Bu çalışmada, girişimcilerin söz konusu avantajlardan yararlanabilmesi amacıyla oluşturdukları şirketler topluluğu bünyesinde yer alan hâkim ve bağlı şirketler arasındaki hâkimiyet ve diğer ilişkinlerin hangi kurallar üzerine kurulduğuna ilişkin açıklamalar yapılacaktır.

  • İşletmelerin sürekliliği kavramı, işletmelerin kapatılma amacıyla değil kuruluş sözleşmelerinde aksi bir hüküm yoksa sonsuz bir süre için kurulduğunu gösterir. Dolayısıyla işletmeler için sürdürülebilir bir ticari hayat mecbur kılınmaktadır. İşletmeler, ticari hayat için gerekli olan sermaye desteğini ise ya kendi bünyesinden ya başka işletmelerden ya da bu alanda hizmet veren kurumlardan sağlamaktadır. İşletmelerin kendi bünyesinden sağladıkları finans kaynakları, KDV yönünden herhangi bir hususu barındırmazken başka işletmelerden borç olarak alınan finans kaynağı ise KDV kapsamında finansman temini hizmetini ihtiva eder ve faiz tutarları üzerinden vergi hesaplanmasını gerektirir. Diğer taraftan yurt içi ya da yurt dışı finans kuruluşlarından alınan krediler ise katma değer vergisinden istisna olmakla beraber herhangi bir vergi hesaplanmasını gerektirmemektedir. Ancak bir işletmenin herhangi bir finans kuruluşundan kredi çekip bu krediyi aynı şartlarla başka bir işletmeye kullandırması, finansman temini işlemlerinde masraf aktarımını doğurmaktadır. Bu durum KDV?nin konusuna girmemekte olup ilgili giderler yansıtma faturası ile karşı tarafa aynen aktarılır. Ancak ilgili masraf tutarları üzerine herhangi bir tutar ya da oranda ek bir bedel koyulursa bu fark için genel oranda KDV hesaplanması gerekecektir.

  • Gümrük antreposunda; ithal edilen malın/ eşyanın hem yurt içine hem de yurt dışına satışı mümkündür. Söz konusu malın/eşyanın yurt dışına satışı transit ticaret olarak değerlendirilmektedir. İthal edilen malın/eşyanın gümrük antreposunda devir faturası düzenlemek suretiyle yurt içine satışının Kurumlar Vergisi ve Katma Değer Vergisi beyanlarına yansıtılması açısından farklılıkları vardır. Kurum kazancı hem yurt içi hem de yurt dışı kazançların tamamı üzerinden vergilendirileceğinden gümrük antreposunda gerçekleştirilen devir işleminde elde edilecek kazanç her durumda kurum kazancına eklenmelidir. Gümrük Kanununa göre: Gümrük antreposu Türkiye Cumhuriyeti toprakları içinde sayıldığından, gümrük antreposunda gerçekleştirilen devir işlemi Katma Değer Vergisi Kanunu kapsamında değerlendirilmektedir. Ancak bu işlemler katma değer vergisinin konusuna girmekle birlikte, anılan Kanun?un ithalat istisnasını düzenleyen 16?ncı maddesinin 1-c fıkrası gereğince vergiden müstesna edilmiştir. Dolayısıyla antrepoda devir işlemleri kurumlar vergisine tabi olurken, katma değer vergisinden istisna edilmiştir.

  • Hürriyeti bağlayıcı cezalardan olan vergi suçlarının oluşmasında kanunilik, maddi, manevi, hukuka aykırılık unsurlarının tespit edilmesi önem arz etmektedir. Bu unsurlardan biri olan manevi unsur; kişi ile işlediği suçun maddi unsurları arasındaki psikolojik bağı ifade etmekte olup kast olarak da bilinmektedir. Vergi suçu olarak tanımlanmış bazı fiillerin (örneğin sahte veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenlenmesi) bilmeden yapılması düşünülemez. Bu fiiller, kastın karinesi olup, ayrıca değerlendirilmesine gerek bulunmamaktadır. Oysa sahte belge kullanım suçunun oluşması sahte veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belgenin bilerek kullanılıp, kullanılmadığının; diğer bir anlatımla, bu kullanımda kastın bulunup bulunmadığının değerlendirilmesine ve belirlenmesine bağlı bulunmaktadır. Kasıt sübjektif bir unsurdur ve objektif delillerle ispatlanması zordur. Bu çalışmamızda, kasıt unsurunun ispatlanmasına yönelik yaklaşımlara (yeni bir uygulama olan ?izaha davet? müessesi yönüyle de dâhil olmak üzere) yer verilmektedir

  • Son dönemde gündemde olan "dürüst mükellefe vergi indirimi" uygulaması 6824 sayılı Kanunun 4'üncü maddesi ile 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun mülga mükerrer 121'inci maddesi "Vergiye Uyumlu Mükelleflere Vergi İndirimi" başlığıyla yeniden düzenlenmiştir. Yapılan değişiklik ile ticari, zirai veya mesleki faaliyeti nedeniyle Gelir Vergisi mükellefi olanlar ve Kurumlar Vergisi mükelleflerinden (finans ve bankacılık sektörlerinde faaliyet gösterenler, sigorta ve reasürans şirketleri ile emeklilik şirketleri ve emeklilik yatırım fonları hariç olmak üzere) şartları taşıyanlar hesaplanan vergilerinin yüzde 5'ini ödenmesi gereken Gelir veya Kurumlar Vergisinden indirebileceklerdir. Bu yazımızda vergi indiriminden hangi mükelleflerin hangi şartlar ile yararlanacağını irdeleyeceğiz.

  • 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 1?inci maddesi gerçek kişilerin gelirlerinin gelir vergisine tabi olduğunu belirtmektedir. Madde hükmünün devamı geliri bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği kazanç ve iratların safi tutarı olarak tanımlamaktadır. 2?nci madde ise gelirin unsurlarını saymakta ve ücretleri gelirin unsuru olarak hüküm altına almaktadır. Mezkur Kanun?un 94?üncü maddesinin 1?inci bendi hizmet erbabına ödenen ücretler ile 61?inci maddede yazılı olup ücret sayılan ödemelerden (istisnadan faydalananlar hariç), 103 ve 104?üncü maddelere göre tevkifat yapılacağını hüküm altına almıştır. Maddede parantez hüküm içinde yer alan istisnalardan biride Gelir Vergisi Kanunu?nun 23?üncü maddesinin 9?uncu bendinde yer alan çalışanlara sağlanan konut istisnasıdır. Bu çalışmamızda işletmelerin tahsis ettikleri konutları vergisel açıdan detaylı inceleyeceğiz.

  • Girişimcilik faaliyetlerinin desteklenmesi ve yeni girişimci fikirlere finansman sağlanması, ülkelerin ekonomik kalkınmasında önemli bir role sahiptir. Bu rolü üstlenen finansman sağlayıcılar ülkemizde melek yatırımcı olarak tabir edilirken mevzuatımıza bireysel katılım yatırımcısı (BKY) olarak girmiştir. 193 sayılı gelir vergisi kanunu geçici 82. maddesinde bireysel katılım yatırımcısına %75 ile %100 oranında vergisel teşvikler sunulmaktadır. Söz konusu teşviklerden yararlanmak için gerekli şartlar nelerdir, yerine getirilmesi gereken kriterler nelerdir ve nasıl bir prosedür izlenmelidir gibi sorular çalışmamızda cevaplanmıştır.

  • Avrupa Birliğinde iç pazarın bütünlüğünü artırmak ve işleyişini sağlamak için vergiden kaçınmaya yönelik bir takım önlemler alınması ve Üye Devletler arasında vergi uygulamalarının standartlaştırılması önem arz etmektedir. Büyük ölçüde bütünleşmiş ekonomilerin bulunduğu bir ortak pazarda, iç pazarın işleyişini güçlendirmek ve Avrupa Birliği müktesebatına yönelik girişimlerin Matrah Aşındırma ve Kâr Aktarımı Projesine olumlu etkilerini en üst düzeye çıkarmak için ortak stratejik yaklaşımlara ve koordineli eylemlere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu kapsamda Avrupa Birliği tarafından vergiden kaçınmayı engellemeye yönelik bir takım standartlar belirleme amacıyla 2016/1164 no?lu Konsey Direktifi hazırlanmıştır.

  • Ücret, işverene tabi ve belirli bir işyerine bağlı olarak çalışanlara hizmet karşılığında verilen para ve ayınlar ile hizmet erbabına sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatlerdir. Gelir Vergisi Kanunu?nun 2?nci maddesinde ücret, gelirin unsuru olarak sayılmış ve gelir vergisine tabi tutulmuştur. Elde edilen ücretin bir kısmı Gelir Vergisi Kanunu veya özel kanunlarına göre istisna sayılmakla beraber gelir vergisine tabi tutulmamakta, büyük bir kısmı da stopaj usulüyle vergilendirmeye tabi tutulduğu için yıllık gelir vergisi beyanına konu olmamaktadır. Esas itibariyle ücret iki şekilde vergilendirilmektedir. Birinci yöntemde ücret gelirleri gerçek usul yönteminde vergilendirilmektedir. İkinci yöntemde ise Gelir Vergisi Kanunu?nun 64?üncü maddesinde açıklandığı üzere kanunda belirtilen kişilerin diğer ücret olarak vergilendirmesi yöntemidir. Gerçek ücret yönteminde muafiyet ve istisna durumları, asgari geçim indirimi ve engellilik indirimi konuları büyük önem arz etmektedir. Ayrıca hangi durumlarda elde edilen ücret gelirine ilişkin yıllık gelir vergisi beyannamesi verilmesi gerektiği özellikli bir husustur.

  • Stoklar, finansal tablolarını KGK tarafından yayımlanan TMS/TFRS?yi esas alarak düzenleyen işletmeler açısından, gerek vergi kanunlarının uygulanması gerekse TMS/TFRS?lerin uygulanması açısından farklı uygulamalara tabi tutulmaktadır. Bu uygulama farklılıklarını özellikle sınıflandırma, maliyet unsurlarının tespiti, değer düşüklüğü durumlarında görmekteyiz. Çalışmamızda stokların vergi kanunları ve standartlar açısından ortak yanları ve farklı yanları ortaya konularak değerlendirilmesi amaçlanmaktadır.

  • VUK'un 324. maddesine göre, alacaklının alacağından vazgeçmesi üzerine borçlu, defterlerinde özel bir karşılık hesabı açıp üç yıl içinde çıkacak zararla mahsup edilmek üzere bu alacağı (borcu) takip edecektir. Bu sürede mahsup edilmeyen karşılık kar hesabına alınacaktır. Alacağın vazgeçildiği işletme bünyesinde, bekleme süresi içerisinde doğan zarar, öncelikle karşılık hesabına alınmış olan vazgeçilen alacaktan mahsup edilecektir. Geçmiş yıl zararları ise kaynağı ne olursa olsun üç yıllık bekleme süresi içinde vazgeçilen alacaktan yani karşılık hesabından mahsup edilemeyecektir.

  • RTÜK, Türkiye'de radyo ve televizyon yayınlarını yakından takip ederek denetimini yapmakta, ayrıca radyo ve televizyon kurumlarının yayın standartlarını oluşturmaktadır. RTÜK?ün gelirlerinden biri de radyo ve televizyon kurumlarınca ödenen iletişim gelirleridir. Radyo ve iletişim gelirlerinin tahsil yetkisi RTÜK'te olduğu için Maliye Bakanlığınca tanzim edilen raporlar işleme konulmak üzere RTÜK'e gönderilmektedir. Bu çalışmamızda RTÜK?ün gelirleri arasında bulunan Ticari İletişim Gelirlerinin Maliye Bakanlığınca denetimi ile Vergi Müfettişlerince bu gelirler hakkında tanzim edilen raporların muhtevası hakkında bilgi verilecektir.

  • 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu uyarınca her gerçek ve tüzel kişi tacirin; bir ticaret unvanı seçmesi, bu unvanı ticaret siciline tescil ve ilan ettirmesi, ayrıca ticari işletmesine ilişkin işlemleri ticaret unvanıyla yapması ve söz konusu unvanı sicilden terkin oluncaya kadar kullanması zorunludur. Bu kapsamda tacirler, ticari işletmenin açıldığı günden itibaren 15 gün içinde, ticari işletmesini ve seçtiği ticaret unvanını, işletme merkezinin bulunduğu yer ticaret siciline tescil ve ilan ettirirler. Bunun yanında, tescil edilen ticaret unvanı, ticari işletmenin görülebilecek bir yerine okunaklı bir şekilde yazılır. Bahsi geçen yükümlülükleri ihlal eden tacirler ise idari para cezasıyla karşı karşıya kalabilirler. İşte bu çalışmada, tacirlerin ticaret unvanlarını tescil ettirme ve kullanma zorunluluğu detaylı bir şekilde ele alınmıştır.

  • Çalışmamızda, işletmelerin sermaye ihtiyaçlarının karşılanmasında önemli bir yer edinen ve bünyesinde birden çok vergi türü itibariyle avantajlar barındıran sat kirala geri al işlemlerinin kurumlar vergisi uygulamasında; aynı dönemde gerçekleşen kiralayana satış ve geri kiralamalarda kullanma hakkı için hesaplanacak amortismanın satış kazancının tutulduğu özel fondan itfa edilmesinde, fona alma işleminin satışın yapıldığı yılı izleyen dönemde gerçekleşmesi nedeniyle, meydana gelebilecek tereddütlere yer verilecektir.

  • İhbar temel bir vatandaşlık vazifesi olmakla birlikle, ihbar edenleri teşvik etmek amacıyla 1905 sayılı Menkul ve Gayrimenkul Emval ile Bunların İntifa Hakları ve Daimi Vergilerin Meşumlarını Haber Verenlere Verilecek İkramiye Hakkında Kanun ihbar ikramiyesine ilişkin temel konuları düzenlemiştir. Bu çalışmamızda ihbar dilekçelerinde aranan özellikler, ihbar neticesinde tarh edilecek vergilerden ve cezalardan hangilerinin ihbar ikramiyesi hesaplanırken dikkate alınacağı, ihbar ikramiyesinin hangi şartlar altında ödeneceği, ikramiye ödemesinin herhangi bir vergiye tabi olup olmadığı ve vergiye tabi olması halinde hangi vergiye tabi olduğu ilgili kanun ve diğer düzenlemeler ışığında açıklanmaya çalışılmıştır.

  • Avukatların hizmetinin bedeli olan sözleşme vekalet ücreti yanında, savunduğu davayı kazanması ile mahkeme ilamına göre veya icra takibi sonucu verilen kararla davayı kaybeden taraf aleyhine hükmedilen karşı taraf vekalet ücretinin ya da icra vekalet ücretinin vergilendirilmesinde halen devam eden sorunlar mevcuttur. Bu sorunların kaynağını vekalet ücretlerinin KDV ve Gelir Stopaj Vergisi yönünden vergilendirilmesi oluşturmaktadır. Zira maliye idaresi verdiği özel-gelerle vekalet ücretlerinin KDV ile stopaja tabi olmasını belirtiyorken mükellefler bu ücretin bir yargılama gideri olduğundan bahisle üzerinden stopaj ve KDV hesaplanmaması gerektiğini savunmaktadırlar. Yine vergi mahkemeleri bu hususta maliye idaresinden farklı düşünmektedir. Verdiği kararların bir çoğunda vekalet ücretinin bir yargılama gideri sayıldığı, dolayısıyla müvekkile yapılan bir hizmet karşılığı olamayacağına hükmederek mükellefler lehine karar vermiş ve yapılan tarhiyatları kaldırmıştır.

  • 13.04.2016 tarih ve 29683 sayılı Resmi Gazete?de yayımlanarak yürürlüğe giren 40 Seri No.lu Harcırah Kanunu Genel Tebliği kapsamında, 01.04.2016 tarihinden itibaren ödenecek konaklama bedellerine ilişkin usul ve esaslar belirlenmiştir. 2016 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu?na bağlı (H) cetvelinin dipnotunda yer alan hüküm uyarınca söz konusu Tebliğ?de çeşitli açıklamalar yapılmıştır.

  • Asıl işveren-alt işveren ilişkisinde, alt işveren işçilerinin ücret ve yıllık izin haklarında kayba uğramamaları için asıl işverene bazı yükümlülükler getirilmiştir. Asıl işveren, alt işveren işçilerinin ücretlerinin ödenip ödenmediğini kontrol etmek ve alt işverenlerinin hak edişlerinden kesinti yaparak ücret alacağı bulunan işçilere ödemekle yükümlüdür. Ayrıca asıl işveren, alt işveren işçilerinin yıllık izinlerini kullanıp kullanmadıklarını kontrol etmek ve yıllık izinlerini kullanmalarını sağlamak zorundadır.

  • Sosyal güvenliğin amacı; kişileri mesleki, fizyolojik ve sosyo-ekonomik risklere karşı korumak ve bu sosyal risklerin etkilerini azaltarak kişileri teminat altına almaktır. Genel sağlık sigortası sağlıkla ilgili risklerle karşılaşan insanların öncelikle hastalanmalarını engellemeye çalışmak, hasta olduklarında ise tedavi giderlerinin karşılanması şeklinde uygulanan sigorta türüdür. 5510 sayılı Kanun kapsamında 1/1/2012 tarihinden itibaren zorunlu genel sağlık sigortası uygulamasına geçilmiştir. Bu çalışmada, zorunlu genel sağlık sigortalılığı kapsamında son dönemde yapılan yasal ve idari düzenlemeler kronolojik sırayla incelenecek, değişiklik ve reformların yansımaları ele alınmaya çalışılacaktır.

  • Vergi, bir devletin temel fonksiyonlarını yerine getirebilmesini sağlayan birincil finansman kaynağıdır. Verginin bu işlevi ona, geçmiş medeniyetlerden günümüze kadar mali rolü yerine getirme görevini yüklemiştir. İlk çağlarda farklı adlar altında gönüllü olarak toplanan vergiler ilerleyen çağlarda devlet yönetimlerinin değişmesi ve devletin sunacağı hizmetlerin gelişmesi ile birlikte zorunlu ödemelere dönüşmüştür. Bireyler ise bu ödemeleri yaparken vergilerin hangi nedenlerle alındığını açıklamak, diğer bir deyişle vergileri meşrulaştırmak amacıyla birtakım teoriler geliştirmişler ve vergilerin toplanma amacını bu teorilere dayandırmışlardır. Bu çalışmada verginin tarihsel gelişimi teoride ve uygulamada olmak üzere iki ayrı şekilde incelenecek ve geçmişten günümüze kadar vergisel gelişim süreci ele alınarak verginin en temel fonksiyonu olan mali fonksiyonunu ne derece yerine getirebildiği değerlendirilecektir.

  • İşsizliğin azaltılması ve istihdamın artırılması amacıyla, 9.2.2017 tarihli Resmi Gazete?de yayınlanan 687 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununa eklenen hükümler doğrultusunda, 1.2.2017-31.12.2017 tarihleri arasında işe alınan sigortalılarla ilgili olarak işverenlere belirli şartlar dahilinde sigorta primi, gelir vergisi stopajı ve damga vergisi desteği sağlanmış bulunmaktadır. Çalışmamızın konusunu oluşturan gelir vergisi stopajı desteği hakkında Maliye Bakanlığı tarafından yayınlanan 297 seri no.lu Gelir Vergisi Genel Tebliğinde gerekli açıklamalar yapılmış olup anılan teşvikten yararlanmak isteyen işverenlerin Genel Tebliğ ekinde yer alan ?İstihdamın Teşvikine İlişkin Bildirimi? doldurmaları ve Muhtasar Beyanname ekinde vermeleri gerekmektedir.*

  • Genel olarak ülkelerin gelişmişlik düzeyi ayrımı üç ana kategoride yapılmaktadır. Bunlar; az gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkeler ve gelişmiş ülkeler şeklindedir. Bu sınıflandırma bazen ülkelerin sahip olduğu teknoloji düzeyine, bazen yaşam standartlarına (eğitim ve sağlık), bazen de gayri safi milli hâsıla ve ekonomi hacmi çerçevesinde kriterler göz önünde bulundurularak yapılmaktadır. Bu sınıflandırılan ülkelerin nihai hedefi ise gelişmiş ülke kategorisine ulaşmak veya bu kategoride kalabilmeyi sürekli kılabilmektir. Bu amaca ulaşmak için söz konusu ülkelerce bazen mevcut bazı ekonomi politikaları uygulanmakta ve eğer bu politikalar yeterli olmuyorsa yeni ekonomi politikası arayışları içerisine girilmektedir.

  • Türkiye?de ikametgâhı, işyeri, kanuni merkezi ve iş merkezi bulunmayan kurumlar (Türkiye?de mukim olmayanlar) tarafından Türkiye'de yapılan mal teslimlerinin Kurumlar Vergisi ve KDV açısından değerlendirilmesi önem arz etmektedir. Kurumlar Vergisi gereği, kazancın elde edilmesi kazanç sahibinin Türkiye'de işyerinin veya daimi temsilcisinin bulunması ve kazancın bu yerlerde veya bu temsilciler vasıtası ile sağlanması gerekmektedir. Dolayısı ile konu açısından Türkiye?de kurumlar vergisinin konusuna giren bir durum sözkonusu değildir. Diğer taraftan, KDV Kanunu'nun ilgili hükümleri dairesinde vergi ve mükellefiyet doğmakla birlikte, kendisine mal teslim edilen yurt içindeki muhatap tarafından sorumlu sıfatıyla gerekli vergi kesilerek beyan edilip ödenecektir.

  • Meydana gelen hukuki bir zararı gidermekle yükümlü kişiyi sorumlu olarak tanımlayabiliriz. Kişi sözleşmeden, haksız fiilden dolayı sorumlu tutulabildiği gibi kanun hükmünden dolayı da sorumlu tutulabilir. Birden çok kimsenin aynı zarardan dolayı aynı biçimde sorumlu tutulması ve zarar görenin dilediği sorumlu veya sorumlulara başvurabilmesi halinde ortaya çıkan sorumluluk biçimine müteselsil sorumluluk denir. Burada sorumlulardan her biri zararı gidermekle ayrı ayrı yükümlüdürler. Yeminli Mali Müşavirlerin (YMM) müteselsil sorumlulukları 2 ayrı kanun maddesinde düzenlenmiştir. Bunlar 3568 sayılı Serbest Muhasebecilik, Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu?nun 12 ve Vergi Usul Kanunu?nun mükerrer 227?nci maddeleridir. Bu iki Kanun maddesi esas alınarak YMM?lerin müteselsil sorumlulukları kapsamında çok sayıda tebliğ, genelge ve meslek kararı yayımlanmıştır. Kanun koyucu YMM?leri de mükellefle birlikte zıyaa uğratılan vergiden dolayı müteselsilen sorumlu tutmuştur. Çalışmanın konusunu genel itibariyle Yeminli Mali Müşavirlik mesleği, YMM?ler için gerek kanunla gerek tebliğlerle ve yönetmelikle öngörülen müteselsil sorumluluk (disiplin ve mali sorumluluk) halleri oluşturmaktadır.

  • Ciro primleri; fatura ve benzeri belgelerde ayrıca gösterilmeyip, yılsonlarında, belli bir dönem sonunda ya da belli bir ciro aşıldığında (satış primi, hasılat primi, yılsonu ıskontosu gibi adlarla) yapılan ıskontolar olarak tanımlanmıştır. 26 Seri No.lu KDV Genel Tebliği kapsamında ciro primleri ?ek bir çaba? ürünü ve verilen hizmet karşılığı kabul edilmekteyken, 116 Seri No.lu KDV Genel Tebliği ile beraber matrahta değişiklik meydana getiren bir uygulama olarak kabul edilmiştir. Değişen matrahın 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 35?inci maddesi kapsamında düzeltilmesi gerektiği belirtilmiştir. Çalışmada, vergi idaresinin ciro primi konusundaki görüş değişikliğinin süreci açıklanacak ve yapılan işlemlerin muhasebeleştirilmesine değinilecektir.

  • Anonim şirketlerde; kanun, esas sözleşme hükümleri ve dürüstlük kurallarına aykırılıklar iptal davasının konusunu oluşturur. Bununla birlikte, anonim şirketin kurulmasında kanun hükümlerine aykırı hareket edilmek suretiyle, alacaklıların, pay sahiplerinin veya kamunun menfaatlerinin önemli bir şekilde tehlikeye düşürülmesi ve ihlal edilmesi ise fesih davasının konularını teşkil eder. Birbirine benzeyen bu iki dava sürecine ilişkin açıklamalarımıza ve değerlendirmelerimize ilişkin hususlar çalışmamızda yer almaktadır.

  • 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu uyarınca ticaret şirketleri, cins, yaş, hısımlık gibi insana özgü niteliklere bağlı olanlar dışındaki bütün haklardan yararlanabilir ve borçları üstlenebilir. Bu doğrultuda, söz konusu şirketlerin; serbestçe taşınmaz sahibi olması, satması ve bunlara ilişkin sınırlı ayni hak tesis etmesi de imkan dâhilindedir. Yabancı uyruklu şirketler ile ülkemizde kurulmuş olan yabancı sermayeli şirketler ise, ancak Tapu Kanunu?nda öngörülen kısıtlamalar çerçevesinde taşınmaz mülkiyeti edinebilir. Ticaret şirketleri adına herhangi bir taşınmaz işleminin yapılabilmesi için ticaret sicili müdürlüklerinden istemde bulunulan işlemi yapabileceğini ve temsilcilerini belirten taşınmaz tasarrufu belgesinin (yetki belgesinin) alınması ve tapu müdürlüğüne imza sirküleri ile birlikte bu belgenin ibraz edilmesi şarttır. İşte bu çalışmada, ticaret şirketlerinin taşınmazları üzerinde tasarrufta bulunabilme esasları tüm yönleriyle ele alınmıştır.

  • Yıllık izin hakkının temeli Anayasadır. Hiçbir çalışan dinlenme hakkını, bir başkasına devredemez ve feragat edemez. Kamuda istihdam edilenler hariç, dinlenme hakkı, çalışılırken ücrete dönüşülemeyen bir haktır. Sadece, iş sözleşmenin feshi halinde bu izin hakkı ücrete dönüşmektedir. Basın İş Kanunu?nda gazetecilerin dinlenme hakkı, 21 ve 29. maddelerinde düzenlenmiştir. Yargıtay, basın çalışanların sözleşmenin feshi halinde yıllık izin ücret alacaklarına ilişkin hesaplama görüşünü, 2015 yılından sonra verdiği kararlarla değiştirmiştir. Kararlar?da, iş sözleşmesinin feshi sonunda gazetecinin izin ücretinin son ücretten ve tek kat olarak ödenmesi gerektiğini belirtilmiştir.

  • Vergi uyuşmazlıklarının idari aşamada çözümlenmesini sağlayan müesseselere bir yenisi de Vergi Usul Kanunu?na ?İzaha Davet? başlıklı 370?inci madde olarak eklenmiştir. Söz konusu madde hükmü ile idare tarafından verginin ziyaa uğradığına ilişkin ön tespitte bulunulmuş olması durumunda, mükellef izaha davet edilmekte, kendisi söz konusu tespitlere katılması durumunda beyanlarını düzeltmekte, düzeltilen beyanlara göre hesaplanacak vergi ziyaı cezası yüzme yirmi oranında kesilmektedir. Madde hükmüne ilişkin açıklamaları içeren bir Tebliğ Taslağı yayımlanmış, ancak bugüne kadar (25.06.2017) henüz yürürlüğe girmemiştir. İzaha davet müessesesinin sağlıklı işleyebilmesi için, tüm işlem süreçleri basit ve anlaşılır bir dille açıklanmalı, ihdas edilen izah değerlendirme komisyonu yetkileri belirlenmeli ve vergi uyuşmazlıklarının idari aşamada çözümlenmesine Keywords: Explanation, invitation to explain, ilişkin sistematiğe uygun olmalıdır.

  • Ülkemizde büyümenin artırılması için tasarruf ve yatırımların artırılması zorunludur. Mevcut durumdaki piyasalarda bulunan yüksek faiz baskısı büyüme üzerindeki önemli engellerden birisidir. Türkiye Varlık Fonunun büyük projelere sağlayacağı finansman, hem bu projelerin hayata geçmesiyle oluşturulacak istihdam yoluyla, hem de faiz üzerindeki baskıyı azaltarak, ülkemizin büyüme ve kalkınması üzerinde olumlu etkilerde bulunacaktır. Çalışmamızda öncelikle ?Varlık Fonu? kavramı üzerinde durularak, bu fonların amaçları, türleri ve son olarak da Türkiye örneği ve ülkemiz açısından gerekliliği üzerinde duracaktır.

  • Küreselleşme ile beraber modern şirket kavramının ortaya çıktığını ve bu olgunun piyasaları etkilediğini görmekteyiz. Modern şirketlerde en önemli olgulardan biri, şirket sahipliliği ile yönetimin birbirinden ayrılmış olmasıdır. Şirketlerde belirli bir aşamadan sonra yönetimin profesyonellere terkedilmesi kurumsallaşma açısından oldukça önemlidir. Yeni bir iş kurmak için nasıl girişimciye ihtiyaç varsa sistem kurmak yani kurumsallaşmak için de yöneticiye ihtiyaç vardır. Şirket sahipliği ile profesyonel şirket yöneticiliğinin birbirinden ayrışması bu iki grup arasında ?vekâlet problemi (agency problem)? adı verilen çıkar çatışmasına neden olmaktadır. Bu problemin çözümü için etkin bir yönetim kurulunun devreye sokulması gerekmektedir. Bu bakımdan Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) yönetim kuruluna büyük önem atfetmiş ve ?yönetim kurulu? ?nu ayrı bir başlık olarak kurumsal yönetim ilkeleri arasına almıştır.

  • İşletmeler, iç ya da dış kaynaklardan finansman ihtiyaçlarım karşılayabilirler. Ancak dış kaynak bulmanın ortaya çıkaracağı yükler, işletmeleri otofinansman yoluna yöneltmektedir. İşletmelerin otofinansman yoluna gitmeleri vergi düzenlemeleriyle de desteklenebilmekte olup, bu açıdan Kurumlar Vergisi Kanununda yer alan taşınmaz satış kazançları istisnası önem taşımaktadır. İstisna tutarları incelendiğinde, kurumlar vergisi mükellefleri tarafından oldukça etkin biçimde kullanıldığı ifade edilebilir. Bu açıdan neden olduğu vergi kaybına rağmen, bu düzenlemeyle kanun koyucunun işletmeleri otofinansmana teşvik ettiği ifade edilebilir.*

  • Sermaye şirketlerinin ortakları, farklı saik-lerle sermaye artışı kararı alabilmektedirler. Ortakları sermaye artışına iten nedenlerin başında, şirket faaliyetlerinin reel büyümesi sonucunda yeni yatırımlar için gerekli fon ihtiyacını karşılamak gelmektedir. Sermaye koyan ortaklar da bundan maksimum düzeyde getiri elde etmeyi beklerler. Ancak yapılacak yeni yatırımlardan bekledikleri kazancın geriye dönüşümünün belli bir zaman dilimine yayılacağı düşüncesi ve Keynes?in yatırım teorisinde önemli rol oynayan sermayenin marjinal etkinliği (Marginal efficiency of Capital) ortakların nakitlerini yatırıma aktarmalarında caydırıcı etki yaratabilmektedir. İşte bu saydığımız sebeplerle ortakların sermaye artırımına ilişkin bakışlarında oluşan çekincelerini vergi avantajıyla gidermek ve cazip hale getirmek amacıyla, Kurumlar Vergisi Kanunu?nun 10?uncu maddesinde değişiklik yapılmıştır. Bu hükümle, nakit artırılan sermaye üzerinden heaplanan faizin kurumlar vergisi matrahından indirilerek özkaynağa dayalı sermaye artışı teşvik edilmiştir. Bu çalışmamızda, nakit sermaye artışına getirilen faiz indirimiyle sağlanan vergi avantajı ve yapılacak nakdi sermaye artırımlarının TTK?nın 462. maddesi karşısında butlan (geçersiz) sayılabileceği ihtimali üzerinde tespitler yapılmış ve dikkat çekilmiştir.

  • 15 Temmuz sürecinden sonra FETÖ/PDY ile illiyet ve iLtisakı olan kurum ve işletmeler, KHK?lar kapsamında kapatılarak malvarlıkları hâzineye intikal ettirilmiştir. Kapatılan bu şirketlere ticari teamüller çerçevesinde mal satan ya da bu şirketlere hizmet veren fakat bedelini tahsil edemeyen şahıs ve kurumlar bu durumdan doğrudan etkilenmiş bulunmaktadır. Ayrıca kapatılan şirketler bünyesindeki eğitim kurumları-na, 2016-2017 eğitim sezonu için kayıt yaptıran ve bedelini peşin ödeyen fakat hizmet alamayan velilerin sayısı da azımsanmayacak derecededir. Kapatılan kurumlara mal ve hizmet verip bedelini alamayan ve bu kurumlara avans mahiyetinde eğitim bedeli ödeyenlerin alacaklarını tahsil edip edemeyecekleri, tahsil edilecekse ne zaman ve ne şekilde tahsil edecekleri çalışmamızın konusunu oluşturmaktadır.

  • Bilindiği üzere 6824 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 08.03.2017 tarihli Resmi Gazete?de yayımlanmıştır ve 01.01.2018?de yürürlüğe girecektir. Böylelikle 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun daha önce mülga olan mükerrer 121. maddesi ?Vergiye uyumlu mükelleflere vergi indirimi? başlığını alarak yeniden düzenlenmiştir. Madde hükmü vergisel ödevlerini aksatmadan yerine getiren mükelleflere %5 vergi indirimi sağlamakla birlikte mükelleflerin uygulamadan yararlanabilmeleri için birtakım koşulları da gerektirmektedir. Bahsi geçen koşullar çalışmamızda yer verileceği üzere aynı maddede düzenlenmiştir. Mükellefleri vergisel ödevlerini düzenli olarak yerine getirmeye teşvik edebilecek önemli bir düzenleme olan kanun maddesi, mükelleflerin uzun zamandır beklenti içinde oldukları bir konuya temas etmekte ve kuşkusuz vergi adaletini vergisini düzenli beyan edip ödeyen mükellefler lehine geliştirmektedir.

  • Ticari hayatta işletmeler, günümüz ekonomisindeki enflasyonist ve rekabetçi şartlarından dolayı satış tekniği geliştirmek durumunda kalmaktadırlar. İşletmeler satış hasılatını yükseltmek, satışını yaptığı malların tanıtımını yapmak, emsal işletmelerle rekabet gücünü arttırmak, iktisadi faaliyetini genişletmek ve geliştirmek amaçlarıyla promosyon, eşantiyon ve numune malların dağıtımını yapmak durumunda kalmaktadırlar. Bu malların teslimi KDV ve ÖTV yönünden farklı sonuçlar doğurmaktadır.

  • Geçici iş ilişkisi, mevzuatta belirlenen durum ve sürelerle sınırlı olarak kurulabilmektedir. Geçici iş ilişkisinin tarafları; özel istihdam büroları, geçici işçi çalıştıran işveren ve geçici işçidir. Usulüne uygun olarak kurulan geçici iş ilişkisinin tarafları olan bu kişilerin geçici iş ilişkisi süresince yerine getirmesi gereken yükümlülükler bulunmaktadır. Bu yükümlülüklerden en önemlilerinden biri ücret ödeme yükümlülüğü olup asıl olarak özel istihdam bürosunun sorumluluğundadır.

  • Sona erme sebeplerinden birisi gerçekleşen Limited şirket tasfiye haline girer ve tasfiyeye ilişkin işlemler tasfiye memuru ya da memurları tarafından yerine getirilir. Tasfiye ile ilgili konularda şirketi temsil ve ilzama yetkili olan tasfiye memurlarının, vergi mevzuatından kaynaklanan yükümlülükleri de bulunmaktadır ve şirketin vergi borçlarına ilişkin sorumlulukları doğabilmektedir. Bu çalışmada, limited şirketin tasfiye memurlarının atanma usulleri, görevden alınmaları, ücretleri, tescil ve ilan edilmeleri, uyruklukları, şirket aktiflerini satma yöntemleri ile yetkilerinin devredilmesi ve vergi kanunlarından kaynaklanan yükümlülükleri ile sorumlulukları üzerinde durulmaktadır.*

  • Kurumsallaşmak ve işlerini büyütmek isteyen şahıs işletmeleri (gerçek kişi ticari işletmeleri, şahıs firmaları), 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununda öngörülen esaslar çerçevesinde, anonim ve limited şirketlere ve diğer ticaret şirketlerine dönüşebilmektedir. Yeni türe dönüştürülen şirket, şahıs işletmesinin hukuki ve ekonomik açıdan devamıdır. Ticaret siciline tescil edilmiş bir şahıs işletmesinin malvarlığının tamamı, envanterde yer alan tüm aktif ve pasifiyle (hak ve borçlarıyla) birlikte dönüşülen anonim veya limited şirkete geçer. İşte bu çalışmada, şahıs işletmelerinin anonim veya limited şirkete dönüşme usulü tüm yönleriyle ele alınmış ve değerlendirilmiştir.

  • Kamu yükümlülüklerinin bir kısmı periyodik takip ve işlem gerektirmektedir. Bu nedenle yılın tüm zamanlarında, mali meslek mensupları gibi bu yükümlülüklerin yerine getirilmesinde çalışanlar dinlenme ihtiyacından mahrum kalabilmektedir. Anayasa?da düzenlendiği üzere devletin en önemli yükümlülüklerinden biri, dinlenme hakkını koruması ve çalışma barışının sağlanmasıdır. Bu anlamda 2007 yılından itibaren, dinlenme ihtiyacının karşılanması ve iş ilişkilerine doğrudan müdahale içermeyecek biçimde kamu yükümlülüklerinin ertelenmesini amaçlayan mali tatil uygulanmaktadır. Bu çalışmada, iş ve sosyal güvenlik mevzuatı gereğince yerine getirilmesi gereken kamu yükümlülüklerinin 1 Temmuz-20 Temmuz tarihleri arasında uygulanan mali tatil nedeniyle ne şekilde etkilendiğine yer verilmiştir.

  • Küreselleşme ile beraber modern şirket, TC Anayasasında temel hak ve ödevler sayılmıştır. Bunlar arasında ilk sırada yer alan kişinin hakları ve ödevleri, içerisinde toplantı hak ve hürriyetlerini de kapsamaktadır. Toplantı hak ve hürriyetleri olarak sayılanların ilk sırasında ise dernek kurma hürriyeti yer almaktadır. Bu hürriyete anayasa içerisinde yer verilerek, daha da güçlendirilmiş ve verilen önem en üst düzeyde gösterilerek koruma altına alınmıştır. Anayasal normlarla destekli olarak kurulan dernekler, sınırlı mali imkânlarla faaliyetlerini yürütmektedirler. Derneklerin kamu finansman destekli projelerde yer almaları durumunda, bu kapsamdaki faaliyetlere ilişkin dikkat edilecek hususlar ve vergisel durumun irdelenmesi önem arz etmektedir.

  • Bir ülkedeki mevcut vergi mevzuatına karşı, kişilerin yasal ve yasal olmayan tutum ve davranışları ile oluşturdukları kamu gelirlerindeki azalmaya, vergi kayıp ve kaçakları denilmektedir. Bu olgu; vergi kanunlarını etkilemek, hukuksal yollarla daha az vergi ödemek, vergi doğuran bir olaya girişmemek veya doğrudan doğruya vergi kanunları karşısında bilinçli olarak devletin gelir kaybına uğratmak şeklinde görülmektedir. Ekonomik sıkıntıların yoğun yaşandığı dönemlerde daha çok kendini gösteren bu durum, tüm ülkelerin mücadele etmesi gereken temel sorunlarının başında yer almaktadır. Vergi ve benzeri yükümlülüklerin yükünden kurtulmak isteği değişik sebeplerden kaynaklanmakla birlikte kayıt dışı ekonomi her durumda vergi kayıplarının ana sebebini oluşturmaktadır. Bu çalışma; ekonomik, sosyal, siyasi ve mali yönden etkileri ile sürekli bir araştırma konusu olan bu soruna yönelik önemli başarılar elde etmiş olan Avrupa Birliği ülkelerinde birlik düzeyindeki mücadele çalışmalarına ilişkin genel bir değerlendirmeyi içermektedir.

  • Otomotiv sektöründe ÖTV oranlarının yeniden belirlenmesine yönelik yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bu çerçevede çeşitli kriterleri dikkate alarak vergi oranlarını belirleme yetkisi, Bakanlar Kuruluna verilmiştir. ÖTV oranlarının hesaplanmasında motor silindir hacminin yanı sıra fiyat kriteri de devreye alınmıştır. Taşıtlar motor gücüne göre 3 dilime ayrılmış, hibrit araçlarda vergi oranları ayrıca belirlenmiştir. Düzenlemenin temel amacı, vergiden kaynaklanan bozucu yapıyı değiştirmek ve daha adaletli, araçların özelliklerini dikkate alan bir vergileme sistemi oluşturulması olarak açıklanmıştır. Yapılan düzenlemeler, otomotiv sektörünün gelişimi, müşteriler ve vergi tekniği açısından bazı sorunları beraberinde getirmiştir.

  • Uluslararası alanda mükellef haklarına verilen önemin giderek artmasıyla birlikte, birçok gelişmiş ülkede uyuşmazlıkların idari aşamada çözümünü öngören müesseseler çeşitlendirilmiş, mevcut müesseseler ise yeniden gözden geçirilerek uygulamaya işlerlik kazandırılmıştır. Uyuşmazlıkların idari aşamada çözüm yöntemleri ile vergi idarelerinin ulaşmak istediği amaç; mükellef talep ve beklentilerini karşılayarak mükellef ile idare arasında ortaya çıkabilecek uyuşmazlıkları minimuma indirmek, mükelleflerin vergiye gönüllü uyumunu sağlamak, kayıt dışı ekonomiyi azaltmak ve vergi gelirlerini artırmaktır. Bu kapsamda çalışmamızda, uyuşmazlık çözüm yöntemlerinden biri olan ? Offer In Compromise? (uzlaşma) müessesinin Amerika Birleşik Devletlerindeki uygulanışını inceleyeceğiz.

  • Kurumlar Vergisi Kanununda kooperatifler bir taraftan kurumlar vergisi mükellefleri arasında sayılırken diğer taraftan da kuruluş amaçları, sermaye yapısı ve ortakları ile olan ilişkileri göz önüne alınarak, belirli şartlar altında Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 4'üncü maddesinin 1'inci fıkrasının (k) bendi hükmü uyarınca kurumlar vergisinden muaf tutulmuşlardır. Çalışmamızda konut sektöründe yaygın olarak kullanılan örgütlenme biçimi olan konut yapı kooperatiflerinin Kurumlar Vergisi mükellefiyeti ve karşılaşılan özellikli durumlar irdelenecektir.

  • Sigortalıların iş kazası geçirmesi durumunda, 5510 sayılı Kanun kapsamında sigortalı ve hak sahiplerine yardımlar yapılmakta, yapılan bu yardımlar yine aynı Kanun?a dayanılarak sorumlu işverene rücu edilmektedir. Aynı zamanda işveren, Borçlar Kanunu hükümlerine göre sigortalı ve hak sahiplerine maddi ve manevi tazminat ödemek zorunda kalabilmektedir. İş kazası nedeniyle hukuken sorumlu olan işverenler, sorumluluklarını güvence altına almak amacıyla işveren mali sorumluluk sigortası yaptırabilirler. Bu çalışmada, iş kazası sonucu gerçekleşen maddi ve manevi zararların işveren mali sorumluluk sigortası kapsamında tazmin edilmesi aşamasında tarafların karşılaştığı hukuki ve mali sorunlar ele alınacaktır. Son olarak, işveren sorumluluk sigortasının, işverenlere yasal zorunluluk haline getirilmesinin ilgili taraflara olası etkileri ele alınacaktır.

  • Engellilerin toplumsal hayata uyumunu artırmak ve yaşam kalitelerini iyileştirmek için birçok alanda düzenlemeler yapılmıştır. Ayrıca engellilere ilişkin düzenlemeler Anayasanın 61. maddesinde ; ?Devlet, sakatların korunmalarını ve toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirleri alır. Bu amaçlarla gerekli teşkilat ve tesisleri kurar veya kurdurur.? şeklinde güvence altına da alınmıştır. Buna yönelik olarak Özel Tüketim Vergisi Kanunu?nda engellilere taşıt alımında bazı istisnalar getirilmiştir.

  • 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununa göre limited şirketlerin yönetim ve temsil organı olan müdürler, kanunla veya şirket sözleşmesi ile genel kurula bırakılmamış bulunan yönetime ilişkin tüm konularda karar almaya ve bu kararları yürütmeye yetkilidirler. Şirketi temsile yetkili olan müdürler, şirketin amacına ve işletme konusuna giren her tür işleri ve hukuki işlemleri, şirket adına yapabilir ve bunun için şirket unvanını kullanabilirler. Temsil yetkisinin kullanılması ise şirket sözleşmesinde aksi öngörülmemiş veya şirkette tek müdür bulunmuyorsa çift imza ile olur. Müdürlerin, üçüncü kişilerle, işletme konusu dışında yaptığı işlemler kural olarak şirketi bağlar. İşte bu çalışmada, limited şirketlerde müdürlerin temsil yetkisinin kapsamı ve bu yetkinin kullanıma ilişkin esaslar detaylı bir şekilde irdelenmiş ve değerlendirilmiştir.

  • 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununda (GVK) gelir, bir gerçek kişinin bir takvim yılında elde ettiği kazanç ve iratların safi tutarı olarak tanımlanmış olup, gelir unsurları da aynı Kanun?da tahdidi olarak sayılmıştır. Öte yandan bazı gelirler ise elde edenin gerçek/basit usulde ticari faaliyette bulunup bulunmamasına göre farklı ayrımlara tabi tutulmaktadır. Söz konusu bu ayrım ticari plaka (taksi, minibüs, vb.) devirlerinde de kendine yer bulmuştur. İş bu makalemizde söz konusu ticari plaka devirlerinin vergilendirilmesinde söz konusu kazancın hangi durumda hangi gelir unsuruna girebileceği ayrımları irdelenmiştir.

  • Serbest meslek faaliyeti; sermayeden ziyade şahsi mesaiye, ilmi veya mesleki bilgiye veya ihtisasa dayanan ve ticari mahiyette olmayan işlerin işverene tabi olmaksızın şahsi sorumluluk altında kendi nam ve hesabına yapılmasıdır. Her türlü serbest meslek faaliyetinden doğan kazançlar ise serbest meslek kazancıdır. Tercüme hizmetleri daha çok şahsi mesaiye, mesleki bilgiye dayanmaktadır. Bu tür faaliyetlerin işverene tabi olmadan şahsi sorumluluk altında kendi nam ve hesabına yapılması serbest meslek faaliyeti olup tahsil edilen kazançlar serbest meslek kazancıdır. Serbest meslek kazancının tarifi ve vergilendirilmesine ilişkin hükümler 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 65, 66, 67 ve 68 inci maddelerinde yer almaktadır. Ayrıca 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununa göre; serbest meslek faaliyeti çerçevesinde Türkiye?de yapılan teslim ve hizmetler katma değer vergisine tabidir. Bu faaliyetlerden devamlılık arz edenler KDV?ye tabi iken arızi nitelikte olanlar KDV?ye tabi değildir.

  • Yeni bir yasal düzenleme yapıldığında gerek mükelleflerin gerekse de vergi uygulaması ile görevli personelin uygulamanın ne şekilde olacağı konusunda tereddüt yaşaması doğal olmakla birlikte, ne tür işlem yapacakları hususunda bilgi sahibi olmaları gerekmektedir. Maliye Bakanlığı tarafından yayımlanan genel tebliğler bu sorunu büyük ölçüde gidermekte. Ancak, özellikle vergi kanunlarına uymaya gayret gösteren, fakat üzerine düşen yükümlülükler konusunda ne yapması gerektiği hususuyla ilgili olarak tereddüt yaşayan mükelleflerin, tereddütlerini gidermekte bahse konu genel tebliğler yetersiz kalabilmektedir. Yukarıda zikrettiğimiz problemin çözümü noktasında, özelge olarak adlandırılan, Arapça olarak da mukteza adı verilen uygulama mevzuatımızda yerini almıştır. Özelge, 213 Sayılı Vergi Usul Kanununun yürürlüğe girdiği 1961 yılından bu yana, vergi mükelteflerinin tereddütte düştüğü vergisel konularda yetkili makamlardan yazılı olarak izahat isteme hakkı olarak tarif edilmekte.

  • Dar mükellef kurum olarak kabul edilen, kanuni ve iş merkezi Türkiye?de bulunmayan kurumlar, sadece Türkiye?de elde ettikleri kazanç ve iratları üzerinden vergilendirilmektedir. Bu kurumların hangi kazanç ve iratları bakımından nasıl vergileneceği ise gerek ülke vergi kanunlarında gerekse uluslararası vergi anlaşmaları ile belirlenmiştir. Çalışmamızda dar mükellef kurumların vermiş olduğu hizmetlerden olan reklam verme hizmetlerinin vergilendirmesinde, kanunların ve uluslararası vergi anlaşmalarının ortaya çıkarmış oldukları boşlukları ve bu boşlukların çok uluslu şirketler tarafından kullanılması ve vergilendirilmelerin de yaşanan sorunlar ele alınacaktır.

  • Bilindiği üzere, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu 40/1 ?nci maddesinde düzenlenen götürü gider uygulaması doğrultusunda ihracat, yurt dışında inşaat, onarma, montaj ve taşımacılık faaliyetlerinde bulunan mükelleflerin bu faaliyetlerden döviz olarak elde ettikleri hâsılatın binde beşini aşmamak kaydıyla götürü olarak hesapladıkları giderleri de vergiye tabi safi kazancın tespitinde dikkate alabilecekleri hüküm altına alınmıştır. Çalışmamızda ihracat işlemi gerçekleştiren mükelleflere tanınan götürü gider kaydı imkânından gelişen ekonomik şartlar ile serbest bölgelerin revize edilen kuruluş ve faaliyet amacı doğrultusunda bölgede faaliyet gösteren mükelleflerin de yararlanmasının gerektiği ve bu hususu temin etmek için 193 sayılı Yasada düzenleme yapılması gerektiği önerisi getirilecektir. Bu yönde yapılacak yasal bir düzenlemeyle vergilemede tarafsızlık ve eşitlik ilkesi doğrultusunda safi kazancın vergilendirilmesi amacına uygunluk sağlanacaktır.

  • Gelir vergisi, en az geçim indirimi, artan oranlılık, ayrım ilkesi ve istisna ve muafiyetlerin uygulandığı ve böylece verginin kişiselleştirilip mükellefin ödeme gücünü en iyi kavrayan vergi olarak kabul edilmektedir. Aynı zamanda dolaysız bir vergi olan gelir vergisinin toplam vergi gelirleri içinde payı ne kadar yüksek ise vergilemede adalete o oranda ulaşılabilecektir. Ancak bu durum gelir vergisinin kendi yapısının adil olduğunu göstermemektedir. Gelir vergisi unsurları arasındaki vergilemede yaşanan adaletsizlik gelir vergisinin vergi adaletini sağlama fonksiyonundan uzaklaşmasına neden olabilmektedir.

  • Çalışmamızda öncelikle bütçe açıklarının enflasyon, yatırım/tasarruf, reel faiz, cari işlemler/ reel döviz kuru, ekonomik büyüme ve gelir dağılımı gibi makroekonomik göstergeler üzerindeki etkileri teorik açıdan ele alınmıştır. Takip eden kısımda Japonya ekonomisi hakkında bilgi verildikten sonra bütçe açıklarının bahsi geçen makroekonomik göstergelerle ilişkisi Japon ekonomisi özelinde ele alınmıştır. Büyük ölçüde tutarlı olan ilişki grafiklerle gösterilmeye çalışılmıştır.

  • Son dönemde gündemde olan “dürüst mükellefe vergi indirimi” uygulaması 6824 sayılı Kanunun1 4’üncü maddesi ile 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun mülga mükerrer 121’inci maddesi “Vergiye Uyumlu Mükelleflere Vergi İndirimi” başlığıyla yeniden düzenlenmiştir. Yapılan değişiklik ile ticari, zirai veya mesleki faaliyeti nedeniyle Gelir Vergisi mükellefi olanlar ve Kurumlar Vergisi mükelleflerinden (finans ve bankacılık sektörlerinde faaliyet gösterenler, sigorta ve reasürans şirketleri ile emeklilik şirketleri ve emeklilik yatırım fonları hariç olmak üzere) şartları taşıyanlar hesaplanan vergilerinin yüzde 5’ini ödenmesi gereken Gelir veya Kurumlar Vergisinden indirebileceklerdir. Bu yazımızda vergi indiriminden hangi mükelleflerin hangi şartlar ile yararlanacağını irdeleyeceğiz. Anahtar Kelimeler: Gelir Vergisi Mükellefleri, Kurumlar Vergisi Mükellefleri, %5 Vergi İndirimi.

  • Vergi ihbarları 1931 yılında yayınlanan 1905 sayılı Kanun ile yürürlüğe girmiş ve halen birçok ülkede ve ülkemizde etkili bir konuma sahiptir. Türkiye kayıt dışı ekonomiyi azaltmak amacıyla çeşitli önlemler alınmasına rağmen halen OECD ülkeleri arasında yüksek orana sahip ülkelerden biridir. Ülkemizde birçok kalkınma ve eylem planları ile bu önemli sorunun önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Bu amaçla vergi bilincine sahip vatandaşların ve kayıt dışı kalmış veya beyan edilmemiş kazançların ortaya çıkarılmasını ihbar eden muhbirlere (whistleblowers) ikramiye ödenmektedir. Türkiye?de 2014-2015 arasında yaklaşık 28 milyon Türk Lirası, Amerika Birleşik Devletleri?nde aynı dönemde yaklaşık 250 milyon Amerikan doları ihbar ikramiyesi ödenmiştir.

  • Dünyadaki birçok çağdaş vergi sisteminde olduğu gibi, Türkiye?de de kısmi bölünme sonucu oluşacak kârlar belli birtakım koşullar altında kurumlar vergisine tabi değildir. Öte yandan, daimi temsilcilerinin kısmi bölünmesi sonucu yabancı ana şirketler tarafından elde edilen ortaklık paylarının elden çıkarılmasının Türkiye?de nasıl vergilendirileceği gerçekleştirilen işlemin önemli bir boyutudur. Esas mesele, çalışmada örnek olarak verilen olayda belirtilen hisselerin elden çıkarılması işleminde, Türkiye?nin imzalamış olduğu bazı Çifte Vergi Anlaşmaları?nın, yani Hollanda, İspanya, Lüksemburg ve Almanya ile imzalananların, 13. maddesi hükmü kapsamında vergilendirme yetkisinin kimde olacağıdır. Bu bağlamda, bu çalışma özellikle bahse konu dört Anlaşma?nın Sermaye Değer Artış Kazançları başlıklı 13. maddesinin hükümlerini kıyaslamayı amaç edinmektedir. Diğer taraftan, bu şekilde gerçekleşen elden çıkarmaların ulusal düzeyde nasıl vergilendirildiğini değerlendirmek bu makalenin kapsamı dışındadır